Hızlı Git
Ekoloji sözcüğü ilk kez, 1866 yılında Alman biyolog Ernst Haeckel tarafından, canlı varlıkların yaşam ortamlarıyla olan ilişkilerini inceleyen bir disiplini tanımlamak için kullanılmıştır. Çevre ise yasaya göre, “canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları biyolojik, fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamı” içermektedir. Ekoloji ve çevre ile birlikte, çevreye dönük ilginin odağında DOĞA yer almaktadır.
Rejeneratif (Yenileyici) Tasarım Yaklaşımı
Doğa-insan arasındaki kopuk ilişki çevre sorunlarını arttırmakta ve çözümsüz hale getirmektedir. İnsan sağlığının ekosistemlerin sağlığına bağlı olduğu gerçeğinin hissedilmesi ve küreselleşme neticesinde ortaya çıkan iklim değişikliği gibi konuların gündeme gelmesi çevre sorunlarına çözüm arayışına da neden olmuştur. Bu bağlamda ortaya çıkan farklı tasarım anlayışlarından biri de Rejeneratif Tasarım’dır. Rejeneratif tasarım yaklaşımı insanların yapılı çevreye bakış açılarında ve yapılı çevre – insan – doğa arasındaki ilişkide değişiklikler sunmaktadır.
Çevre sorunlarının doğal sonucu olarak bozulan ekolojik dengenin yeniden kurulması-korunması ve gelecek nesillere aktarılması, insan ve diğer canlıların yaşamlarını sürdürebilmeleri için son derece önemlidir. Bu nedenle çevresel sorunların çözülmesinde insan faaliyetlerinin etkilerinin azaltılması için gerekli adımlar atılmalıdır. Bu da doğa-insan uyumunun sağlanması ile mümkün olacaktır.
Doğa-insan, yada çevre-toplum ilişkisini görmezden gelen insanmerkezci çevre yaklaşımı , doğal kaynakları tüketme eğilimindedir. Buna eleştiri olarak insanın doğanın üstünde yada dışında değil, doğanın bir parçası olduğunu savunan çevremerkezcilik ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşımda doğa insan için yararlı olup olmamasından bağımsız olarak tüm varlıklar için içkin değere sahiptir. Doğayı sahip olduğu kendi değeri için korumak gerekmektedir. Doğa temelli tasarım yaklaşımlarında ise; insanın çevresel sistemlerin bir parçası olduğu ve bu çevresel sistemlerde gerçekleşecek herhangi bir değişikliğin insanı da etkileyeceği gerçeğine dayanan rejeneratif (yenileyici) yaklaşım ele alınmaktadır.
Yenileyici tasarım yaklaşım kavramının ortaya çıkışı rejeneratiflerin savunucuları; peyzaj mimarları Robert Thayer ve John T. Lyle ve mimar William McDonough tarafından gerçekleşmiştir. John Tillman Lyle, yapıların ve şehirlerin tasarımının ekosistemlere olan etkilerinin değiştirilebileceği düşüncesi ile ele almıştır. Tasarım teorisi, temelde, insanların tüm ekosistemlerin doğal bir parçası olduğu ve insan eylemlerinin doğanın kendi kendini iyileştirme süreçlerine olumlu bir şekilde katkıda bulunması gerektiği tezine dayanmaktadır (Clegg, 2012).
Birleşmiş Milletler Çevre Programı’na (UNEP) göre (2009), gelişmiş ülkelerde 2050 yılında var olacak yapıların çoğu inşa edilmiştir ve dünyadaki tüm enerjinin %40’ından fazlası yapılı çevre için kullanılmaktadır. Doğa korumaya yönelik önlemler sadece tükenme ve bozulma oranını yavaşlatmaktan öteye geçmemektedir. Bu nedenle mimarinin rejeneratif tasarıma yönelerek yapılı çevrede insan ve doğal sistemler ile ilişki kurması gerekmektedir.
Sürdürülebilirlikten Farkı ve Diğer Kavramlarla Olan İlişkisi
1990’ların ortasında çıkmaya başlayan rejeneratif tasarım yaklaşımı; sürdürülebilirliğe yönelik mevcut tehditlerin, doğa ile uyumlu ilişkilere dönüştürülmesini, böylece doğal ve sosyal yaşam sistemlerinin özünde var olan yenilenme kapasitesini geri kazandırmayı hedeflemektedir. Bu sayede sürdürülebilirliğin ötesine geçerek çevresel sistemler kendi sağlığını yeniden oluşturabilecek bir konuma geçmektedir (Reed, 2007).
Sürdürülebilirlik, hizmetlerin ve doğal kaynakların kapasitesinin sürdürülmesinin devam ettirilmesinin yanında günümüz ihtiyaçlarının da maksimum derecede karşılanmasını hedeflemektedir. İlave zarar vermenin önüne geçmeyi veya ihtiyaç dışındaki kullanımların azaltılmasını önemsemektedir. Rejeratif tasarım anlayışına göre ise amaç çevreye daha az zarar vermek değil, ekolojik sistemlerin sağlığını tasarımın temeli olarak düşünmek ve insanın ve yapılı çevrenin doğaya nasıl katılacağı ile ilgili tasarım kriterleri belirlemektir.
Rejeneratif yaklaşımda var olanın korunmasının yetersizliği nedeni ile, sistemin zamana ve değişen koşullara karşın gelişmesi, niteliğinin daha iyiye yükselmesi istenmektedir. Korumayı amaçlayan basit yöntemlere göre daha derin ve daha bilinçli bir sistem olup peyzajın ayrılmaz bir parçası olarak, döngüsel yaşam mekanizmalarına önem vermektedir. Yapılı çevrede kaynak tüketmek yerine yerel sistemlerin bir parçası olarak çevreye potansiyel fayda sağlayacak uygulama ve yöntemleri gerektirmektedir.
Ayrıca bu yaklaşım, sanayileşme sürecinin gereği olan doğadaki kaynakların sonsuz kullanımı ile tüketime doğru tek yönlü bir akıştan oluşan dejeneratif sisteme karşı durmaktadır. Çünkü dejeneratif sistem, yeryüzünde depolanan enerji ve malzemeleri kullanarak doğal akışları bozma eğilimindedir. Karşılıklı yarar sağlayan bütüncül sistem olan rejenaratifliğin zıddıdır.
Uzmanlar , insanlığın kendi ihtiyaçlarını karşılarken, ekosistemlerin sürekliliğini sağlayacak ve biyolojik çeşitliliği arttıracak üretimlerin yapılmasını vurgulamakta ve sürdürülebilir tasarıma karşılık rejeneratif tasarım konusunu gündeme getirmektedirler. Rejeratif tasarımla yapılan ev, altyapı, mobilya, gıda vb üretimlerde doğayla işbirliği içinde hareket eden tasarımlara yönelmektedirler. Doğayı taklit eden tasarımlar ve yaklaşımlarla tüm faaliyetlerde doğa ile bütünleşen bu sistemin benimsenmesinde öncülük etmektedirler.
Mekan bilimini doğal sistem bilimi ile ilişkilendirmesi üzerinden biyofilik tasarıma , doğayı gözlemleyen ve işleyişini taklit eden tasarımları içermesi ile de biyomimikriye öykünür bir nitelik oluşturduğu düşünülebilir.
Rejeneratif Tasarım Örnekleri
İtalya örneği:
İlk örnek, tasarımı Nemesi and Partners’a ait olan Palazzo Italia expo pavilyonudur. Palazzo Italia, Milano Expo 2015’in bir parçası olarak, özel bir hava arındırıcı çimento esaslı cephe tasarımı içermektedir. Aynı zamanda yapının şehir manzaralarındaki ağaçların rolünü taklit ederek bir tür kent ormanı gibi hareket etmesi düşünülmüştür. Böylece havanın doğal olarak temizlenmesine olanak sağlanabilmektedir. Doğadan esinlenen tasarım, ikonik bina etrafına sarılmış, uzanmış büyük ağaç dallarına benzemektedir. Çevresiyle diyalog kuran ve enerji alışverişi yapan “ozmotik” bir yapıdır. Dış cephede bulunan malzeme ışıkla temas ettiğinde havadaki kirliliği yakalamakta, onu inert tuzlara dönüştürebilmekte ve duman seviyelerini azaltabilmektedir. Fotovoltaik cam, düz ve kavisli geometrik şekiller bir orman örtüsünün bir yorumudur.
İngiltere örneği:
Kenevir ve keten içeren biyoplastikler ile geliştiren kırsal bir AR-GE tesisi olan Margent Çiftliği’nde yer alan Flat House, radikal ölçüde düşük karbonlu bir ev tipidir. Kenevir bazlı malzeme ile yapılan bu üç odalı ev, daha büyük yapıların prototipini oluşturmak amacıyla tasarlanmıştır. Mühendisler ve malzeme uzmanlarının ortak çalışması ile gerçekleştirilen bu projede , çiftliğin 20 dönümü prefabrik panellerin yapımı için gereken kenevir bitkisinin yetiştirilmesi için ayrılmıştır.
Kenevir son derece hızlı büyüyen ve karbonu ayırmada “ağaçlardan daha etkili” olan bir bitkidir. Kenevir, bitkinin gövdesinin odunsu iç kısmından oluşur. Bunun yanında kireç, su ve kumla karıştırılarak mükemmel ısı ve ses yalıtımı sağlarken; aynı zamanda bir karbon yutma görevi görür.
Darshil Shah, Cambridge Üniversitesi araştırmacısı
Hindistan örneği:
Meghalaya’daki Yaşayan Kök Köprüler , UNESCO Dünya Mirası Alanları’nın geçici listesinde bulunmaktadır. Bu uygulama, ağaçların kesilip ahşap malzeme olarak kullanılmasının ve muson yağmurları ile ahşabın çürüyerek bünyesinde tuttuğu karbonu atmosfere salmasının önüne geçmektedir. Bunun yerine yaşayan ağaçların kökleri kullanılarak elde edilen köprüler zamanla güçlenmekte ve etrafındaki yaşama destek olmaktadır. İnsanlar ve doğa arasındaki sosyo-kültürel bağı vurgu yapan yaşayan köprülerin oluşması 15 ila 20 yıl sürmekte ve ömrünün birkaç bin yıl olduğu bilinmektedir.
Çin örneği:
Canlı bitkilerle çalışma fikri dünyanın birçok yerinde gelişme göstermektedir. DnA_Design and Architecture, 2015 yılında gerçekleştirdikleri Bambu Tiyatrosu projesinde bambulardan bir tonoz sistemi oluşturmuştur. İki haftadan kısa bir sürede inşa edilen bu yapıda bambunun kök sistemi tiyatronun temelleri olarak işlevlendirilmiştir. Bambu’nun Çin kültüründeki önemi, esnek yapısı ve teknik özellikleri sayesinde tercih edilmiştir. Xu Tiantian, Hengkeng köyü için tarihi bir anlatımdan ilham alan bir tiyatro sahnesi tasarlamıştır.
Sonuç
Enerji, barınak, su, yiyecek ve atıkla ilgili hemen hemen tüm yaşam destek işlevleri için doğada dönüşüm, dağıtım, filtreleme, asimilasyon ve depolama gibi büyük ölçüde fosil yakıtlara dayanan mühendislik sistemlerinin kullanılması çevresel bozulmanın yanında maddi açıdan maliyetli bir alışkanlıktır. Dejeneratif bir toplumdan sürdürülebilir, canlandırıcı ve yenileyici yani rejeneratif topluma geçiş yapılabilmesi için önceliklerin değişmesi gerekmektedir. Bu anlamda rejeneratif yaklaşımın toplumun, çevrenin ve hükümetlerin tüm sektörlerinde uygulamaya yönelik adımların atılması önem taşımaktadır.
Rejeneratif yaklaşımla ele alınan tasarımlarda;
- İnsan – doğa etkileşiminin artması
- Tasarımların bölgedeki koşullara, ekosistemlere ve iklim faktörüne uyumlu olması
- Doğayla uyum içinde olan, bakımı kolay, yerel üretilen malzemelerin tercih edilmesi
- Verimli enerji kullanımlarının benimsenmesi
- Su kaynaklarının korunması ve uygulamalarda suyun etkin kullanımına ilişkin uygulamaların yapılması
- Atık yönetimi ile atıkların kaynaklara dönüşümünün sağlanması
- Tasarımların, kullanıcıların yaşam tarzına ve kültürüne uygun olması ile yapılı çevrede doğadan ilham alınarak tasarlanan ve birlikte hareket edilen kaliteli ve sağlıklı yaşam alanlarının oluşturulması önemli faktörlerdendir.