Günümüzde giderek yaygınlaşan biyofilik tasarımın ne olduğundan bahsedeceğim bu yazımda, okurlarımıza son zamanların en başarılı örnek projelerinden birini sunmaya çalışacağım. Doğanın bize sunduğu kaynakları bilinçsizce tükkettiğimiz, hatta bu tüketimlerimizle iklim dengesini alt üst ettiğimiz bu yüzyılda yapı sektörüne düşen görevin tasarlanan mekanlarda kullanılan malzeme ve kullanım sürecine sürdürülebilirlik kazandırmak olduğunu düşünüyorum. Herhangi bir mekan tasarlarken mevcut ekolojik yapıyı gözden kaçırmamak gerek. Tam da bu noktada taa 1980lerde insanın doğal çevreyle olan iç bağlantısını esas alan biyofilik tasarım fikrini yaygınlaştıran Amerikalı psikolog Edward O. Wilson’u hatırlayıp biyofilik tasarım teriminden bahsetmek istiyorum.
Biyofilik Tasarım Nedir?
Biyofili terimi aslen “biophilia” kavramından gelir. Biophilia, “yaşam sevgisi veya yaşayan sistemlerin sevgisi” demektir. Biyofilik tasarım doğadaki doğal sistemleri ve süreçleri yapılı çevre tasarımına dahil etmenin gerekliliğini savunan bir yaklaşımdır. Bir çok akademik çalışma, doğadan esinlenerek tasarlanan mekanların sağlık ve psikoloji üzerindeki olumlu etkilerini kanıtlamıştır. Giderek betonlaşan kent yaşamlarımızda doğal ışık, organik malzemeler, yeşil alanlar ve tabi bitkilerden oldukça uzaklaşmaktayız. İş yerlerinde, eğitim ve hastane binalarında, konutlarda tasarlanan doğadan ve doğaldan yoksun mekanların varlığı insan psikolojisini, sosyal hayatı ve hatta çalışma verimini olumsuz etkilediğini tahmin etmek hiç de güç değil. Biyofilik tasarımlar insanların koşturmacalı ve stresli hayatlarına kısa bir mola verebilecekleri ve yaşadığımız bu beton dünyaya doğayı sızdırabileceğimiz tasarımlardır.
İşte eski bir bira fabrikası arazisine konumlandırılmış sanat, toplum ve yeşil alan odaklı harika bir biyofilik tasarım örneği:
Denizen Bushwick
Denizen Bushwick, daha girişten itibaren görsel bir şölen sunuyor; lobide misafirleri yenilikçi mimari ve parkların ve eğlence alanlarının katmanlı manzaralarıyla zengin bir görsel karşılıyor.
1.2 milyon metrekarelik alana inşa edilen bu projede 911 konut, mahalleye açık çok sayıda ortak alan, 17.850 metrekarelik bir kamu parkı, yeşil bir gezinti yolu ve iki adet bloktan oluşmakta. Bu iki blok ortak bir mesire alanına çıkan bir dizi kıvrımlı, birbirine bağlı avlularla birleşiyor. Her biri kendi karakterine sahip bu 5 avludan 2 tanesi halka açık durumda ve içerisinde süpermarket, yiyecek-içecek tesisleri buluyor. Avlulara yeşil bir doku hakim; ayrıca yarı örtülü yürüyüş yolları, bitkilendirilmiş koridorlar ve topluluk hissini canlandıracak peyzaj alanları mevcut.
Mevcut mahalle dokusunu korumayı hedefleyen bu projede yapıyı canlandırmak ve mahalle geleneklerini sürdürmek adına binaların avluya bakan cephelerinde yerel sanatçılar tarafından yapılan 15 mega duvar resmi bulunuyor. Bu kompleksin en dikkat çekici özelliklerinden biri de bu çünkü bulunduğu mahallenin geri kalan yapılarında da yerel sanatçıların resim çalışmalarını görmek mümkün.
Karma kullanım yapısına sahip bu bloklarda kahve dükkanı, oyun odaları, kaya tırmanma duvarı, boks ringi, tamamen işleyen bir mikro bira fabrikası ve daha fazlası bulunmaktadır. Çatı katında, mini golf sahası, barbekü, hidroponik bir şehir çiftliği ve bol miktarda oturma alanı dahil 70.000 metrekarelik bir alan bulunuyor. Ve bu çatı şehrin silüetini çok geniş bir alanda izleme imkanı sunuyor. Çatı bahçesinde 250’den fazla yerli New York ağacı ve 1.200’den fazla çalı ve çok yıllık bitki kullanılmış. Ve bu çatıların en önemli özelliği ise topraksız tarım alanlarına sahip bir çatı çiftliğinin olması!
İncelediğimiz bu projede şehrin tam ortasında doğayla iç içe modern bir yaşam alanı görmekteyiz. Günümüzde kentleşmeyle gelen problemleri bir çok farklı yollarla çözmeye ve insanları doğadan uzaklaştırmamak adına doğayı kente entegre etmenin yollarını aramaktayız. Biyofili fikrinin yaygınlaşması ve bu felsefe doğrultusunda projelerin hayata geçirilmesi hala bir umut ışığının olduğunun göstergesidir. Çok daha yeşil yazılarda buluşmak üzere..