Liquidambar orientalis, Altingiaceae ailesine ait bir ağaç türüdür. Genellikle 30 metre yüksekliğe kadar ulaşabilen, uzun ömürlü, yaprak döken bir ağaçtır. İlkbaharda açan çiçekleri ve sonbaharda oluşan meyveleri ile dikkat çeker. Sığla ağacı, endemik bir ağaç türü olup yeryüzündeki mazisi 65 milyon öncesine dayanan bir ağaç türüdür, 300 yıl kadar uzun ömre sahiptir. Kışın dökülen yeşil yaprakları, çınar gibi kalın dalları, geniş tepeli olan ağaçtır. Genellikle bataklık yerlerde, sel basan ovalarda, dere kenarlarında yetişirler. Güneşi ve ılıman iklimi sever ve derin, nemli topraklarda daha verimli yetişir. Türkiye’de en geniş yayılışını Muğla’da özelliklede Marmaris, Dalaman, Köyceğiz ve Fethiye dolaylarında gösterir. Çınar ağacı benzeri yaprakları biraz daha küçük ve renk olarak daha açıktır. Yaprakların ince uzun sapları, 3-7 adet kenarları keskin dişlidir.

Sığla ağacı, Latince akıcı anlamına gelen liquidus ile Arapçada amber kelimelerinin birleşiminden oluştuğundan, adının anlamı akıcı hoş kokudur.
Yani ağacın bilimsel adında bile iki farklı dilin birleşimi, kültürler arasında birlikteliği sağladığının, endemik kokularımızın farklı kültürleri kendi potasında birleştirdiğinin göstergesidir. Yetiştiği coğrafyadan dolayı adıyla bile iki medeniyet arasında bir köprü, bir sentez ağacıdır. Çınar ağacını andıran bu ağacı değerli kılan gövdesinin salgıladığı yağı (reçinesidir). Sığla yağı elde etmek için her ağaçtan 2-3 yılda bir, Mart ve Nisan aylarında gövdesine çizikler açılır. Sığla ağacının gövdesine atılan çizikler, ağaç kendisini tedavi etmek için bir yağ (reçine) salgılar ve damla damla katman oluşturur. Temmuz ayında bunlar gövdeden kazınır. İlaçtan, kozmetiğe kadar uzanan geniş bir kullanım alanı bulunmaktadır.
Yeniden Doğuş
Mısır piramitlerindeki mumyalarda Anadolu’dan götürülen sığla yağının varlığı tespit edilmiştir. Mısır kral mezarlarında M.Ö. 14. yüzyılda Sığla yağı içeren kaplar bulunmuştur. Asur kil tabletlerinde de Sığla yağından söz edilmektedir. Eski Mısır kraliçesi Cleopatra’nın Sığla yağını aşk iksiri ve parfümü olarak kullandığı söylenir. Cleopatra’nın Anadolu’ya bu öz için geldiği ve bir sahile mısırdan özel kum getirttiği bilinmektedir. Muğla’da Cleopatra adası ve plajı bulunmaktadır. Ayrıca mitolojik bir kuş olan ve kendi küllerinden yeniden doğan Phoenix (Anka), öleceğini anladığı zaman Sığla ağacı dallarını toplamaya başlar, öldükten sonra yanan sığlanın küllerinden bu kuş yeniden doğardı. Sığla ağacının ana yaşam alanı olan Muğla ilindeki bir antik kentin adının da Phoenix olması ilginçtir. Görüleceği üzere Sığla ağacı yeniden doğuşu simgeleyen bir ağaçtır. Batı’da Phoenix, İran geleneğinde Simurg, Orta doğu geleneğinde Anka kuşu, Türk geleneğinde Kerkes adını alan bu efsanevi kuşların ortak özelliği ‘Yeniden Doğuş’ tur.
İran kültüründe Simurg kuşunun hikayesi şöyledir;
Bütün kuşlar, Simurg’un bilgeliğine inanır ve Simurg’un onları kurtaracağını düşünür, onu bekler dururlarmış. Ancak hiçbiri onu görmemiş, bir süre sonra kuşlar umudu kesmişlerdir. Ta ki bir gün kuşlardan biri uzak bir ülkede Simurg’un kanadından bir tüy bulana kadar. Onun var olduğuna inanan bütün kuşlar toplanmış ve Simurg’u bulup ondan yardım istemeye karar vermişler. Ancak Kaf Dağı’na ulaşmak için 7 dipsiz vadiyi geçmeleri gerekiyormuş. Bu 7 vadiyi geçmek öyle zormuş ki bir sürü kuş yolda kaybolmuş.
İstek Vadisi: Burada, birçok kuş her şeye sahip olabilmenin büyüsüne kapılıp kaybolmuş.
Aşk Vadisi: Burada, kuşların sisten ve güzelliklerine kapıldıkları kuğulardan, sülünlerden gözleri kör olmuş, birçok kayıp vermişler.
Cehalet Vadisi: Buradan geçerken bazı kuşlar hiçbir şeyi önemsememeye başlamış, önemsemedikçe düşünmemiş, düşünmedikçe unutmuşlar.
İnançsızlık Vadisi: Burada kuşlar Simurg’u bulamayacaklarını, yolda öleceklerini düşünmeye başlamış. O kadar yolu boşuna gittiklerini düşünen kuşlar, geri dönmüş.
Yalnızlık Vadisi: Bu vadiden geçerken kuşlar sadece kendilerini düşünmeye başlamış. Bazıları kendi başlarına hareket edip yönlerini kaybetmişler.
Dedikodu Vadisi: En arkadaki kuştan en öndekine doğru Simurg ile ilgili bir sürü dedikodu gelmiş. Duyduklarının doğru olup olmadığını sorgulamadan yoldan vazgeçip birçoğu geri dönmüş.
Ben Vadisi: Burada her kuş ayrı bir söylemiş, biri diğerinin kanadını beğenmemiş, diğeri her şeyi bildiğini iddia etmiş. Vadiyi geçip ‘ben’ düşüncesinden uzaklaşana kadar en öne geçmek için birbirlerini ezip durmuşlar.
Nihayet Kaf Dağı’na vardıklarında sadece 30 kuş kalmış. Bu zorlu vadileri aşmayı başaran 30 kuş yuvaya vardıklarında sırrı çözmüş: Farsça ‘Sİ’ otuz, ‘MURG’ ise kuş demekmiş. Yani, arayışı tamamlayan bu 30 kuş, aslında aradıkları şeyin ta kendisiymiş. Bilgeliğe giden yol, aslında kendilerine yaptıkları bir yolculukmuş…