On Tasarım’ın kurucusu ve Bilkent Üniversitesi Kentsel Tasarım ve Peyzaj Mimarlığı Bölümü Akademisyeni olan saygı değer hocam Oktan Nalbantoğlu ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Umarım bu röportaj tasarım sürecinin içerisinde yer alan/alacak her bireye uzun yıllar yol gösterir.
Oktan Hocam merhaba, Peyzax Dergisi adına bizimle röportaj yaptığınız için teşekkür ederim. Öncelikle sizi tanımak isteriz, üniversite sınavında tercih dahi etmediğinizi düşündüğünüz Peyzaj Mimarlığı serüveniniz nedir?
“Hayatınızdaki en önemli iki gün doğduğunuz ve neden doğduğunuzu keşfettiğiniz gündür.” diyor Mark Twain… Sanırım benim için de böyle bir durum yaşandı ve gelecek kurgusu olarak hiç düşünmediğim bir meslek yaşamının içinde buldum kendimi. Ve bugün sadece insana- mekâna dokunan bir öyküleştirme süreci olan tasarımdan başka bir şey yapamazmışım gibi geliyor.
Üniversite yıllarımda başlayan peyzaj mimarlığı lisansı, bugün hayata duruş biçimimi şekillendiren, hayata/yaşama dair farkındalığımı arttıran en önemli araç oldu. Peyzaj mimarlığı maalesef bazı topluluklarda anlaşıldığı hali ile sadece “bahçe” ve “park” kavramlarının çok ötesi olduğunu fark ettiğim gün ile başlayan bir serüven oldu hayatımda.
Peyzajın dengeleyici, insanın çevreye vermiş olduğu zararların bir nebze iyileştirilmesine olanak tanıyan, hızlı kentleşmenin insan üzerindeki psikolojik ve fiziksel olumsuzluklarını ortadan kaldırmaya yönelik katkılarının tartışmasız olduğunu fark ettiğim günden itibaren; peyzajın bu güne kadar algılanan veya tasvir edilen halinin yani “muhteşem parklar ve bahçelerin tasarlanması veya büyük şehirlerin ortasında doğal park alanları yaratarak çocukların oyun alanlarını çoğaltan ve şehri güzelleştiren tasarımlar” sunmanın da ötesinde, aslında yeryüzünün kendisi olduğu, insanın yaşamını şekillendirmeyi tercih ettiği ve seçtiği “yer” ile kentleşmenin şekillendiği alanların tam kendisi olduğu gerçeğinin kabul edilmesi ve senaryoların bu gerçeklik üzerinden geliştirilmesi üzerine aldım akademik hayattaki eğitimimi. Akademik eğitim, çok disiplinli süreçler ve yaşamın içinde yaşadığım deneyimler kentlerin morfolojisi / insan davranışları ve zamana karşı devinimleri talepler ve yaşam biçimleri üzerinde akıl yormaya yönelik deneyimler beni farklı coğrafyalarda hareket eden bir tasarımcı olmaya doğru evirdi.
Coğrafyanın çeşitliliğinin verdiği heyecanı peyzajın etkisiyle yorumlamak beni hep heyecanlandırdı. En önemlisi de mekânın sürekli ışık, gölge, yağmur, kar, ses koku gibi bir hikayesinin, bir hissinin olması.
Çok yoğun tempoda çalışıyorsunuz, sizi motive eden şeyler neler? İlham kaynağınız var mı?
Yoğun tempo demeyelim de çalışmayı sevmenin sonuçları diyelim. Bildiğiniz gibi hem akademide hem de bir tasarım ofisinin yönetimi ile profesyonel bir meslek hayatı devam ettiriyorum.
Tıpkı diğer disiplinlerde olduğu gibi, iyi bir peyzaj tasarımının da önce mesleki tutku ve birikim gerektirdiğini görmek ve çok çalışmak belki de çok yoğun tempo olarak tariflediğiniz süreç. Her bir projenin ayrı bir hikayesinin olması, ayrı bir zaman diliminden gelen öyküsü ve her bir alan için farklı tasarım ve senaryolaştırma süreçleri idi meslek hayatım benim için.
İlham kaynaklarım her zaman coğrafyanın ve doğanın yol göstericiliği olmuştur.
Profesyonel hayatta projeleriniz hangi aşamalardan geçiyor? En rahat üstesinden geldiğiniz ve en zor bulduğunuz aşamalar hangileri?
Proje alanının hangi hizmet sınıfında olduğu, işverenin söz konusu alana dair programının ne olduğu öncelikle en değerli ana başlıklar, alana dair yönetimsel anlayışın ne olduğunun kavranması sonrasında, projelerin başlangıcı elbette ki alanı iyi tanıma ile başlıyor. Proje alanı ve çarpan etkisi yüksek bazen yakın bazen de uzak ilişkisi olan çevre alanları ile ilgili etütlerinin yapılması, analizleri ve elde ettiğimiz analizlerden senteze ulaşmak ve işverenin beklentilerinin alan ile uyumu ilk sorumuz oluyor. Çünkü öyle zamanlar oluyor ki, alanın verileri ile yönetsel anlayışın talepleri arasında bazı çelişkilerle karşılaşabiliyorsunuz. Bu durum size ayrı bir sorumluluk daha yüklüyor, doğru olana idareleri ve/veya işvereni ikna etmek.
Tasarım sürecindeki en zorlu süreç olaylar, durumlar, ilişkiler örgüsü, bütünlük ve bağlam derinliğinde proje alanın senaryosunun oluşturulması ve “fikrin” ortaya konmasıdır.
Proje alanının kendi bütünlüğünde ve doğasında ve mekân/zaman ilişkisinde en sürdürülebilir olan fikri ortaya koymak gerçekten en sancılı süreçtir.
Bu süreçlerde proje alanına ait “o yerin” topografyasının yanı sıra, tüm yaşanmışlıklar ve proje alanının dünü- bugününe ait okumalar yaparım. Sonra da bütün okuduklarımı bir tasarım senaryosu içinde harmanlar, sadeleştirir ve projedeki önceliklerimi belirlerim. Tasarım sürecine olaylar, durumlar, ilişkiler örgüsü, bütünlük ve bağlam derinliğinde bakarım ve bu bağlamdan da her projenin kendi hikâyesi doğar.
Tasarım ve uygulama arasındaki ilişki meslek hayatında sizce nasıl? Ne tür değişimlere gitmek zorunda kalıyorsunuz?
Tasarım ve uygulama birlikteliğinin kurgulanması proje alanın ekonomik, fonksiyonel ve estetik işlevlerinin sürdürülebilirliği anlamında en önemli konulardan biridir. Projenin yapısal ve bitkisel yapısını oluşturan tüm sistemler, sayısız detay çözümlemesi ile fiziksel niteliğe sahip kullanışlı yapı öğelerine dönüşmektedir. Bu sistemlerin birbiriyle olan ilişkilerinde ve bünyelerinde barındırdıkları bileşen ve elemanlar arasında da farklı ölçeklerde ilişkiler bulunmaktadır. Projenin bütününü etkileyen detay tasarımı, tasarım-uygulama birlikteliğinin kurgulanmasında uyarlanabilme kabiliyetini sağlayan anahtar unsur olarak öne çıkmaktadır. Tasarım-uygulama ilişkisinin doğru şekilde kurgulanması ortaya çıkan yapı ürününün kalitesi açısından da önem taşımaktadır.
Peyzaj projesinin yapısal (açık-yarı açık ve kapalı mekanlar bütünü) ve bitkisel detaylarını oluşturan parçaların birbirlerine bağlantı biçimlerindeki anlayış, yapının varlığının her aşamasında onu değiştirmeye ve dönüştürmeye imkan verecek kontrol mekanizmasının anahtarıdır. Bu anahtar bağlantı biçimlerini şekillendiren ve bir kılavuz niteliğinde olan okunabilirlik, müdahale edilebilirlik ve basitlik ilkeleridir.
Açık, yarı açık ve kapalı mekansal yapıların ve bunları oluşturan yapı ürünlerinin belirli bir kullanım ömrü vardır. Yapıyı oluşturan tüm sistemler zaman içinde birbirinden farklı oranlarda yıpranır. Bu süreçte yapısal bütünlüğe zarar veren deformasyonların yanı sıra işlevsel ve tasarım ihtiyaçlarına bağlı dönüşüm ihtiyacı da ortaya çıkmaktadır. Ancak her sistemin onarım, değişim ve dönüşüme duyduğu ihtiyaç ve hiyararşik ilişki bakımından müdahaleye izin verme oranı da birbirinden farklıdır.
Tüm sistemlerde değişime duyulan ihtiyaç ve bunun karşılanabilme düzeyi, detayın uyarlanabilirlik seviyesi ile doğru orantılıdır ve tasarım kararları alınırken malzeme –form ve dokunun seçimi bu anlamda son derece önem kazanır.
Bu bağlamda tasarım kararları alınırken iklimsel özellikler, kullanıcı profili ve yoğunluğu ve o yörenin ekonomik kalkınmadaki yeri gibi bir çok kriter devreye girebilir. Çünkü “o yere” ait geliştirilen yöntem tasarım ve uygulamayı kapsayan tüm yapım sürecinin dışında kullanım sonrasını da yönetilebilir hale getirmeyi amaçlamalıdır.
Yarışmalara da ekip halinde katıldığınızı biliyorum. Kısaca değinmek gerekirse, yarışmalar meslek hayatınızın ne kadarını oluşturuyor? Bu kadar başarı elde etmiş bir ekip olarak, yarışmalara katılmak isteyen meslektaşlarınıza tavsiyeleriniz var mı?
ON Tasarım olarak çok disiplinli bir ofisiz ve bünyemizde peyzaj mimarlığı lisansı ağırlıklı olmak üzere kentsel tasarımcılar, mimar, şehir plancısı, grafik ve endüstri ürünleri tasarımcıları da bulunmakta. Bu bağlamda çok sesli olmaya önem vererek de devam ediyoruz. Temelde kentsel tasarım ve peyzaj tasarımı ağırlıklı çalışıyoruz. Özellikle kamusal alanlar üzerine çalışmaktan keyif aldığımızı söyleyebilirim. Kent adına bir şeyler söyleyebilmek, özellikle kamusal alanlarla ilgili sözümüzün olması bizi oldukça heyecanlandırıyor. ON Tasarım’ın bir başka heyecanı da yarışmalar. ON Tasarım kuruluş serüveni 12 yıllık bir süreç ve bu süreçte yarışmalar her zaman çalışma arkadaşlarım ve benim tutkumuz oldu.
Yarışmaları önemsiyoruz, çünkü bu süreç meslek insanının ve mesleğin gelişimini tetikliyor, zinde tutuyor.
Hem ortak üretim mekanizmalarının çalıştırılabilmesi açısından hem de ekip olarak çalışma ruhunu yakalamak adına önemli paylaşım aracı oluyor. O an herkes eşitleniyor ve tasarımın ana karakterinin ortaya çıktığı ana kadar yarattığı sancılı süreçte yaşanan birlikte karar alma ve birlikte üretme eylemi, iletişim ve etkileşimi arttırıyor, ekip olma duygusunu perçinleniyor. Belki de akademisyen olmamdan da kaynaklı bu karşılıklı öğrenme ve öğretme biçimini seviyorum. Bugün belli bir mesleki olgunluğa erişmem de genç arkadaşlarımla girdiğim bu yarışma serüvenlerinin katkısının büyük olduğunu düşünürüm. Karşılıklı öğrendik ve öğrettik, yarışmalar böylesi bir heyecandır benim için. Yarışmalarda önemli başarılar da elde ettik. Bunun temelinde yatan unsur ekip çalışması.
Bizde herkesin söz hakkı vardır ve herkes ne yapacağını bilir.
Projenin ilk konsept aşamasında ciddi bir beyin fırtınası yapılır, tüm fikirler tartışılır. Daha sonrasında uzlaşma sağlanan bir fikrin üzerinde yola devam edilir ve süreç hızlı bir şekilde ilerler. Yarışmalarda en tehlikeli konu kararsızlık ve fikirlerin bir türlü uzlaşamamasıdır. Bu durumlarda son sözü söyleyecek birisinin olması da önemlidir.
Proje yarışmalarını profesyonel yaşamında son derece önemseyen bir tasarımcı olarak bu konu üzerinden halen başa çıkılması gereken sorunlardan da söz etmeden geçmek istemem. Ülkemizde yaşanan proje yarışmaları, yarışma düzeni ve bu düzene yönelik eleştirilerle sık aralıklarla gündeme gelen bir konudur ve eleştirilerin belli başlıcaları; yarışma açan idarelerin yarışma kültürüne olan yatkınlıkları, şartnamelerin tipolojileri, jüri kuruluşunda dengelerin yeniden gözden geçirilmesi, jürilerin değerlendirme ölçütlerini önceden saptayarak açıklamalarının gerekliliği, ulusal tek kademeli yarışma modelinin dışında farklı varyasyonların geliştirilmesi, ihtiyaç programlarının, yarışma dosyalarının hazırlanması, soru-cevap aşaması, jüri raporları ve kolokyumlara gereken önemin verilip/verilmemesidir ve bu durum Türkiye’de kanayan bir yara haline gelmiştir ve tartışmalı bir düzlemdedir şu an.
Hepimizin bildiği gibi yarışmaların temel üçayağı vardır. Yarışmayı açan idareler, jüri ve yarışmacılar. Her üç noktada da sıkıntıların olduğunu düşünüyorum.
Yarışma türü kentsel tasarım ölçeğindeki olan yarışmalarda, şartnamenin mimari proje yarışmalarına nazaran daha fazla zaman ayrılarak ve ayrıntılı hazırlanması gerekiyor.
Çünkü içeriği belirleyen ve yarışmacıyı yönlendiren en önemli belge şartnamedir. Mimari programa yönelik şartname ile kentsel tasarım, peyzaj ve/veya planlama yarışma şartnamesinin aynı çizgilerde ve beklentilerde hazırlanması yarışmaların seyrini değiştirmektedir. Bazı durumlarda da idarelerin yarışma alanına dair parçacık istekleri olduğunu ancak jürinin kentsel ilişkiler dolayısıyla yarışma alanı kapsamını genişlettiğini, dolayısı ile dar zamanda eksikli şartnameler hazırlanma durumu olduğunu gözlemlemekteyim. Bunun sonucu olarak yarışmada kentsel bir alan çalışılmasına rağmen uygulama aşamasında idarelerin sürecin en başındaki isteklerine geri dönüp onu uyguladıklarına da şahit oldum. Bu durumun çelişki ve yarışmalara olan güveninin azalmasına neden olduğunu düşünüyorum.
Ve yarışmaların son ayağı olan yarışmanlar. Yarışmaları fikir ortaya koymaktan çok ticari bir kazanç, bir meta olarak görmeye başladılar. Bazı yarışmanların basma kalıp çözümler üreterek, sahte dünyalar yaratarak, dijital teknolojinin olanaklarını da kullanarak jürileri yanıltmaya çalıştıklarını düşünüyorum. Jüri de zaman zaman bunlardan etkileniyor. Projeler artık çok fazla birbirine benzemeye başladı. Biraz daha ciddiyet ve liyakatın gerekli olduğunu düşünüyorum.
Genç meslektaşlarıma ise; proje yarışmalarına mutlaka katılın, bilgilerinizi paylaşın, merak edin, dünyayı, uzak ve yakın geçmişte olan biteni öğrenin, çok yönlü bilgiye sahip olun, bilimin dallarını, teknolojiyi ve politikayı yakından izleyin, takipçi ve eleştirel olun, farklı coğrafyalar, farklı kültürler ve farklı bakış açılarını anlamaya çalışın, okuyun, düşünün, sorgulayın ama her durumda anlamaya ve kavramaya çalışarak üretin. Başarı sizinle olsun diyerek bir mesaj verebilirim.
Türkiye’de Peyzaj Mimarlığı sektörünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Dünyayla kıyaslarsak artılarımız ve eksilerimiz neler?
Akademisyen olmadan önce, ülkemizde çeşitli kamu kurumlarında, daha sonra ABD’de bir kentsel tasarım stüdyosunda çalışmış biri olarak, profesyonel hayatımda ise bir çok yabancı firma ile proje çözüm ortağı olarak çalışmış bir peyzaj mimarı olarak bilimsel ve teknik anlamda bir eksiklik görmediğimi söyleyebilirim. Belki biraz özgüven ve entelektüel birikim konularında eksikliğimiz olduğunu düşündüğümü söyleyebilirim.
Okuma yapmak ve yazmak konularında gösterdiğimiz olumsuz direnç bazen bizi uluslararası arenadan koparan unsurlar olabilir.
Bunun yanı sıra arazi mühendisliği ve topoğrafyanın okunması ve çözümleri ile birlikte tasarım kararlarındaki cesaretli tutumları konusunda Türkiye’deki meslektaşlarımla gurur duyduğumu söyleyebilirim.
Türkiye‘de peyzaj mimarlığı mesleğinin önemli sorunları nelerdir?
1968 yılında ilk kez eğitimine başlayan ve 1973 yılında ilk mezunlarını vererek “ülke fiziki planlamalarında çalışacak” teknik eleman yetiştirilmiş olma savının yakın geçmişe kadar peyzajı yaşam alanlarının makyajı olarak tanımlanmış olması hem üzücü hem de böylesi bir bilim alanına haksızlık olarak düşünüyorum. Geçtiğimiz 20 yıl boyunca peyzaj kavramının ve varlık değeri oluşunun görmezden gelindiği, bezemeci veya makyaj olarak tanımlandığı durumlar olmuştur. Özellikle son yıllarda peyzajın yaşamın bizatihi sürdürülebilmesi için çok önemli çevresel bir argüman olduğu fikri başta kamu olmak üzere özel sektör tarafından da benimsenmiş bir yaklaşımdır.
Peyzaj mimarlığında temel unsur ekosistem, flora ve faunanın yani yaşam alanlarının sürdürülebilmesi için gerekli önlemlerin alınması fikridir. Özellikle kentlerde, yaşam alanlarının kısıtlanması ile beraber insanlar başta olmak üzere diğer canlı türlerinin de fiziksel ve psikolojik ihtiyaçlarının giderilmesinde peyzaj en önemli argümanlardan birisidir. Peyzajın, yaşamın temel unsuru olduğu ve kentsel/kırsal çevre veya küresel bağlamda çevre olmadığı takdirde yaşamın da olmayacağı gerçeğini bir kez daha hatırlatmak isterim.
Kentsel peyzaj ve kent morfolojisi birbirini tamamlayan kavramlar. Birbirlerinden bağımsız olarak tartışılmaları doğru değil. Kültürel bir varlık olarak peyzaj, insan, doğa ilişkisi, mimarlık ve kent planlama, birbirlerini besleyen disiplinler.
Mekânlar peyzajla kimlik kazanır.
Hepimizin bildiği gibi, bir binanın mimari dili ile çevresindeki peyzaj arasında bir bağ, dil birliği ve süreklilik başka bir ifadeyle bir aradalık olması kaçınılmazdır. Nitelikli bir yeşil alan, metrekare gibi büyüklüklerle değil, mekân kalitesi veya felsefesi ile değerlendirilir. Küçük ama iyi tasarlanmış bir avluda dikilen tek bir zeytin ağacının yarattığı mekân çok etkileyici olabildiği gibi, büyük ama niteliksiz açık ve yeşil alanların mekansızlığı da ayrı bir olumsuzluk oluşturabilmektedir.
Geçtiğimiz on yıla kadar peyzaj sektörünün ana işverenleri kamu olmuştur. Kamu aslında burada çok önemli bir işlevi de yerine getirmiş oldu. Peyzajın doğru biçimde el alınması talebindeki rolünün ana aktörü her zaman kamu idi ve kamunun yol gösterici etkisi bu anlamda çok önemli idi ve bu doğrultuda peyzaj mimarlığının gerçek varlığı gün yüzüne çıkmaya başlarken iki olumlu adım daha gelişti,
Birincisi, özel sektörün de artık peyzaja olan talep bakımından nerede ise kamu ile yarışması diyebiliriz. Bunda kentte yaşayan halkın özellikle çevresel ihtiyaçlarından ötürü en az mimari kalite kadar çevre kalitesine yoğun bir beklenti ve talebi oluştu. Bu bağlamda özel sektörün ihtiyaçlarının yanında bizatihi kentsel çevrede veya kentlerde yaşayan halkın talep ve ihtiyaçlarının da oldukça yönlendirici olduğunu söyleyebiliriz.
Diğer bir etken ise ülke genelinde son 20’li yıllardır yaşanan kentsel dönüşüm serüvenidir. Bu etkilenme çoğu zaman olumlu olmakla birlikte, bazı dönüşüm projelerinde geçmişten bu güne yaşanan peyzaj izlerinin (burada doğal peyzajı ve kültürel peyzajı beraber sayabiliriz) ciddi anlamda zarar gördüğüne de şahit olduk.
Kentsel dönüşüm âdeta bir ameliyata benzer, çok dikkatli olmak gerekir. Özellikle mevcut peyzaj izlerinin, bitki varlığının, kültürel peyzaj izlerinin korunarak alanın temizlenmesi ve kentsel dönüşüm projesinin bu temel üzerine oturtulması oldukça önemlidir. Bu yaklaşım kentsel ölçekte açık-yeşil alan sistemlerinin tanımlanması ve örgütlenmesi bağlamında da oldukça önemlidir. İşte tam da bu noktada peyzaj mimarlığının mekânsal organizasyonu örgütleyici ve birleştirici tavrına ihtiyaç daha çok arttı.
Pandemi günlerinde mesleğe bakış nasıl değişti sizce? Coronavirüs sektörü ne yönde etkiledi? Pandemiyi göz önünde bulundurursak, kamusal alan kullanımı bundan sonra farklılaşacak mı?
Pandemi, planlama ve tasarım sektörünü olumsuz etkilemedi bilakis sağlıklı kentleşme ve insan sağlığının sürdürülebilir koruma altında tutulması, kullanım standartlarının yeniden belirlenmesi anlamında daha hızlı kararlar üretmek üzere seri bir şekilde dinamik tartışmalara neden oldu. Dünya geneline bakıldığında ülkeler demografik yapılarına göre virüsün farklı oranda yıkımına maruz kaldı ve orta yaş üstünün en çok etkilendiği dönemde, dünya nüfusunun tamamı evde kalarak korunmaya çalıştı. Hem kamu hem özel sektör uzaktan ve/veya dönüşümlü personel çalışma düzenine geçerken, eğitim kurumları da uzaktan eğitim sürecine adapte oldular.
Toplumsal olarak yaşanan şaşkınlık, gerginlik, merak ve endişe duygularına rağmen, adapte olmaya çalışılan bu süreçte, özellikle sağlık alanında pek çok Ar-Ge çalışması yapıldı ve yapılmaya devam ediyor. Kamusal alan dediğimiz, toplumun her kesiminin eşit ölçüde kullanım hakkının olduğu, hareketlilik ve erişime açık, çeşitli kültürel, sosyal ve ekonomik faaliyetler ile toplanma, bekleme, dağılma gibi eylemlerin gerçekleştiği açık alanlarla ilgili pandemi ile mücadeleye yönelik yeni fikirler üretilmesi ve standartlarının belirlenmesi gerekliliği ortaya çıktı. Dolayısıyla pandemi ile birlikte kamusal mekân tasarımları yapan biz peyzaj mimarları için de kentsel kullanım standartları konularında ciddi tartışma konuları ortaya çıktı.
Ülkemizde ve dünyada pandemi sürecinde kamusal alanlarla ilgili üretilen yeni fikirler ve pandemi sonrasında kamusal mekânlarda düzenlemelerinin neler olabileceği konularında araştırmalar ve bilimsel makale çalışmaları hızla arttı ve özellikle kamusal mekânlarda yeni veya eski normale dönüş süreçlerinden insan sağlığını korumada önemli rol oynayacak ilke kararlar geliştirilmeye başlandı.
Kamusal alan kullanımı bundan sonra farklılaşacak mı şeklindeki sorunuza “kesinlikle evet” demek istiyorum. Çünkü “tasarım” ürün kadar kullanıcının eylemini de biçimlendirmektir.
Pandemi süresince hayatlarımızın neredeyse tamamını kapalı mekânı içinde geçirmek, tasarım sürecinin ve gerektirdiklerinin gelecekte daha fazla önemseneceğini düşündürüyor. Yapı üretim sürecini planlarken ve tasarım kararlarını alırken insan fizyolojisini, psikolojisini şekillendirme kabiliyeti, sağlık ve doğa ile ilişki açısında konumunu koruyacak ilkeler geliştirilmesi artık zorunluluk haline geldi.
Özellikle insan nüfusunun yoğun olduğu şehirlerdeki stratejilerin, önemsiz gibi görünen detayların bile yüksek sayıda insanın sağlığının etkileyebileceğini görüyoruz. Yeni stratejilere yönelik düzenlemelere aynı hızda geçilmesi zor olsa da farklı ölçekte ve aşamada düzenlemeler yapılması gerektiğini görüyoruz.
Virüsün kamusal mekanlarda bulaşma ihtimalini azaltacak önlemler yapısal, donanımsal ve operasyonel düzenlemeler olarak ele alınması gerekir diye düşünüyorum. Mesela görüşme yaptığımız kamu yöneticilerine öncelikle her şeyin kullanıcı eylemini, sınırlarını, yaklaşmalarını, ilişkilerini biçimlendiren ve referansını insan boyutundan ve optimum gereksinimlerinden alan planlama ile başlaması gerektiği yönünde öneri getiriyorum.
Mesela, insanlar arasındaki bulaşma ihtimalini azaltmak için dünya sağlık örgütünün 1,5 m olarak belirlediği fiziki mesafe ile beraber kullanıcının sabit ve hareketli olma durumuna göre mekân büyüklüklerinin de değişmesi söz konusu. Tasarımda kullanılan yapısal malzeme seçiminin dahi bu bağlamda önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü, yapılan bilimsel araştırmalar virüslerin farklı yüzeylerde farklı yaşama süreleri olduğunu gösteriyor. Yüzeylerin oluşturulmasında kullanılacak malzemenin kolay temizlenebilir kompakt detayların geliştirilmesi önem taşıyacaktır. Ayrıca mevcut kamusal alanlarda yapılabilecek pandemik düzenlemeler, sabit donanımlarının yenilenmesi (havalandırma, iklimlendirme gibi), hareketli yeni donatıların eklemlenmesi ve kullanıcılar için zorunlu kılınan bireysel donanımlarla sağlanması, izole edici donatılar ile kullanıcıların arasındaki mesafeyi koruyan ve birbirlerine temas etmelerini engelleyen yeni tasarımlar gündeme gelmiş bulunmaktadır.
Özellikle düşey mimarinin daha az katlı ve bahçeli evler lehine evrilmesi gerçekliğini de göz ardı etmeden, yiyeceğe erişmenin pandemik dönemde en önemli ve riskli eylemlerden biri olduğunu fikri ile, kent içine yayılan kentsel tarım ve bahçe tarımını destekleyen planlama ve tasarım süreçlerinin gündemimizde öncelikli yer tuttuğunu belirtmek isterim.
Değerli vaktinizi ayırıp sorularımı cevapladığınız için çok teşekkür ederim hocam. Sağlıklı günlerde yeni projelere imza atmak dileği ile…
Oktan Nalbantoğlu Kimdir?
Oktan Nalbantoğlu 1963 yılında Van ilinin Erciş ilçesinde doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Ankara’da tamamladıktan sonra 1986 yılında Ankara Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı bölümünden mezun oldu. Sırasıyla 1988 ve 1997 yıllarında Yüksek Lisans ve Doktora programlarını aynı üniversitede tamamladı. Halen Bilkent Üniversitesi, Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi, Kentsel Tasarım ve Peyzaj Mimarisi bölümünde görev yapan, tasarım stüdyosu ve meslek uygulama derslerini yürüten Oktan Nalbantoğlu ON Tasarım Kentsel Tasarım, Peyzaj Mimarlığı ve Mimarlık Ltd. Şirketinin sahibidir. Nalbantoğlu mezun olduktan sonra çeşitli kamu ve özel sektör kuruluşunda, yerel yönetim bünyesindeki tasarım ve uygulama ofislerinde ve uluslararası şirketlerde çalışmıştır. Otuz yılı aşkın bu sürede ulusal ve uluslararası birçok yarışmada dokuzu birincilik olmak üzere ödüller almış, jüri üyeliği yapmış ve çok sayıda kentsel tasarım, peyzaj ve mimari uygulama projesi gerçekleştirmiştir. Gerçekleştirmiş olduğu projeler meslek odaları tarafından çok sayıda ödüle değer görülmüştür. Çeşitli konferans, toplantı ve seminerlere katılan Nalbantoğlu, çağrılı konuşmacı, panel ve atölye yürütücüsü ve düzenleyicisi olarak meslek ve eğitim hayatına katkılarda bulunmuştur.