Wassilyevich Kandinsky, 1866’da Moskova’da, karışık etnik kökenlere sahip, iyi eğitimli, üst sınıf ebeveynlerin çocuğu olarak dünyaya geldi. Kandinsky erken yaşta seslerin, kelimelerin ve renklerin uyaranlarına karşı olağanüstü bir duyarlılık gösterdi. Babası, sanata olan eşsiz ve erken yeteneklerini teşvik etti ve onu özel resim derslerinin yanı sıra piyano ve çello derslerine kaydettirdi. Sanata erken maruz kalmasına rağmen, Kandinsky 30 yaşına gelene kadar resme yönelmedi. Bunun yerine hukuk, etnografya ve ekonomi okumak için 1886’da Moskova Üniversitesi’ne girdi. Akademik uğraşlarının yasal odağına rağmen, Kandinsky’nin renk sembolizmine olan ilgisi ve bunun insan ruhu üzerindeki etkisi Moskova’da geçirdiği süre boyunca arttı. 1900’de Güzel Sanatlar Akademisi’nde Franz von Stuck’ın yanında çalıştı.
1903’ten 1909’a kadar Avrupa ve Kuzey Afrika’yı dolaşan Kandinsky, artan Ekspresyonist hareketle tanıştı ve seyahatlerinde tanık olduğu çeşitli sanatsal kaynaklara dayanarak kendi tarzını geliştirdi. Bu geçiş döneminde Kandinsky ilk eseri olan Mavi Süvari (Der Blaue Reiter) yaptı.
Kandinski Tarzını yavaş yavaş geliştirdikçe resimleri, etrafındaki dünyadan giderek daha fazla soyutlandı. Eserlerine genellikle Improvisation (Doğaçlama), Composition (Kompozisyon) veya Impression (İzlenim) isimlerini vererek kariyeri boyunca buna devam etti. Kandinsky’nin en ilginç özelliklerinden biri çizgi, renk ve kompozisyon aracılığıyla iletişim kuran ve onlardan etkilenen biri olması. Bunun ile ilgili teorisini ifade eden soyutlama üzerine ilk teorik tezini, Sanatta Spiritüel Hakkında (1911) yayınladı. Bu dönemde hem soyut hem de figüratif eserler üretti, ancak nesnel olmayan resme olan ilgisini artırdı. Kompozisyon VII (1913), karmaşık desenler ve parlak renkler aracılığıyla ruhsal, duygusal ve referans olmayan form sentezinin erken bir örneğiydi.
Kandinsky’nin hem sanatsal hem de teorik çalışmaları, daha sonraki modern hareketler için felsefi temelde, özellikle Soyut Dışavurumculuk ve Renk Alanı Resmi gibi varyantlarında büyük bir rol oynadı. Kandinsky, 20. yüzyılda üretilen etkileyici modern sanatın çoğuna zemin hazırladı.
Aslında Kandinsky için Soyutlaştırılmanın babası diyebiliriz. Hayatı, ünlü bir ressam, matbaacı, suluboyacı, teorisyen ve Bauhaus öğretmeni olarak parlak bir kariyeri kapsıyordu. Kandinsky’nin soyutlama dışında spiritüelliğe odaklanması onu farklı kılan özelliklerinden biriydi.
Kandinsky’nin küçüklüğünde sanat dışında müziğe de yönelmesi onun bakış açısını ve eserlerini etkilemiştir. Onu en ilginç kılan şey adeta renkleri duyabilmesidir. Buna tıpta Sinestezi denmektedir. Bir duyunun başka bir duyuyu tetiklemesi olarak tanımlandırılmıştır. Kandinsky’nin durumunda renkleri duyabilmesi olarak yorumlanabilir.
Görme gibi, duyma gibi bir duyunun aynı anda başka bir duyuyu tetiklediği nadir ama gerçek bir durumdur. Sinestezi olan insanlar bir ses duyduklarında bir koku alabilir veya belirli bir yiyeceği yerken bir şekil görebilirler. Kandinsky müziği duyduğunda kelimenin tam anlamıyla renkleri gördüğünü ve resim yaparken müzik duyduğunu açıklamıştır.
Wassily Kandinsky için müzik ve renk ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlıydı. Bu ilişki o kadar açıktı ki, Kandinsky her notayı kesin bir tonla ilişkilendirdi. Bir keresinde, “Renklerin sesi o kadar kesindir ki, parlak sarıyı bas notalarla veya koyu renkli gölü tizle ifade edecek birini bulmak zor olurdu.” Yaşamını değiştiren deneyimini şöyle yorumlamıştır; “Tüm renklerimi ruhumda, gözlerimin önünde gördüm. Önümde vahşi, neredeyse çılgın çizgiler çizildi. “ Müzik, Kandinsky’nin soyut resimlerinin gelişiminde önemli bir rol oynadı.
Kandinsky için renk aynı zamanda izleyicileri ruhani benlikleriyle temas ettirme yeteneğine de sahipti. Mavinin en yüksek ruhsal özlemleri uyandırırken, sarının rahatsız edebileceğine inanıyordu.
Kandinsky, belki de yirminci yüzyıl ressamlarından daha fazla, Solomon R. Guggenheim Müzesi’nin tarihi ile ilişkilendirilmiştir. Sanatının bir koleksiyonu şu anda Kandinsky Galerisi’nde sergileniyor. Guggenheim koleksiyonundan yedi seçkin tuvalin bu sunumu, Kandinsky’nin estetik evriminin izini sürüyor.
Kandinsk’nin Renklerin sesi diye de tanımladığı “Sarı-Kırmızı-Mavi”, 1925 eseri beni çok etkiledi eminim ki sizi de etkileyecektir.
Resme ilk baktığımda resimde bir denge ve renklerin gücü olduğu aşikardı. Adeta konuşuyor bu resim bizlerle. Kandinsky’nin bu resmi ne amaçla yaptığını araştırdığımda gördüm ki her renk onun için farklı bir sesi, enstrümanı ve kişiliği temsil ediyor. Hatta resmi anlatmaya ilk başta renkleri duyabiliyor, tadabiliyor hatta koklayabiliyor musunuz sorusuyla başlıyor. Kendisi de bu resmi dengeyi simgelemek için yaptığını belirtmiştir. Sol tarafta daha sıcak renkler ve geometrik şekiller bulunurken resmin sağ tarafı daha soyut ve soğuk renklerden oluşmaktadır. Sarı onun için trompet sesi demektir. Mavinin farklı tonlarında flüt, çello gibi üflemeli çalgıları duymaktadır. Sarının üstündeki çizgileri piyanoyu simgelemektedir. Parlak kırmızı onun için tuba demektir. Ve maskülenliği simgelemektedir. Daire formları ve mavi tonları feminenliği yansıtmaktadır. Tüm resme bakıldığında karmaşık gibi gözükse de her şey bir uyum içindedir. Bunların hepsini öğrendikten sonra siz de renkleri duymaya başlamadınız mı?
Yazımı Kandinsky’nin güzel bir sözüyle bitirmek isterim;
“Renk, ruhu doğrudan etkileyen bir güçtür.”