Hızlı Git
Köken bilimsel olarak Latin dilinde el anlamına gelen ‘’manus’’ ve basmak anlamına gelen ‘’fendere’’ kelimelerinin birleşiminden oluşan manifesto kelimesi, yeminli ifade veyahut imzalı bildiri gibi anlamlara gelir. Önceleri siyasi bir fikrin halka sunulması sırasında yazılan manifestolar daha sonraki zamanlarda siyasi metinlere ek olarak mimarlık, sinema, resim gibi pek çok alanda kullanılmaya başlandı. Siyasi manifestolara göre daha ağdalı bir dile sahip olan sanat manifestoları, dönemleri için ‘’çağdaş’’ olan ve yazarın sanata bakış felsefesini ve perspektifini anlattığı bildirgelerdir. Julian Rosefeldt’in kaleme aldığı ve yönettiği Manifesto filmi, manifestal metinlere taze bir bakışla mekan ve karakter kıyafetini giydirerek bir boyut kazandırıyor. Film tarihin farklı dönemlerin özgürlüğe, sanata ve yaratıcığa kendi tarzlarında çağrı yapan on iki manifestodan besleniyor. İki Oscar ödülüne sahip oyuncu Cate Blanchett’ın on üç farklı karaktere hayat verdiği film, ilk başta bir sanat enstalasyonu olarak kurgulanıyor. Filmde sunulan manifesto – mekan- arketip eşleşmelerine bir göz atalım…
Komünist Manifesto
”Anlatılan senin hikayendir”
Cate Blanchhett’ın evsiz bir adam rolünü oynadığı karakter, sekans boyunca geçmişin yıkık dökük devasa beton yığınları arasında yürürken kapitalizmi eleştirir. Eski ve terk edilmişlik hissini içindeki ateşle mübadele ederek varlığı niteleyen bu devasa mekanlar bütünü; karakterin kurguladığı yeni dünyanın sanatını, felsefesini ve politikasını yeni baştan yazar bir biçim almıştır. Mekanlar dönüşüme açıktır ve bu dönüşüm bir restorasyon değil, bir devrim olmalıdır.
Fütürist Manifesto
“Biz, şiirlerimizde tehlike tutkusunu, enerji ve ataklık alışkanlığını dile getirmek istiyoruz.”
Filmde fütürist manifesto sekansının başlangıcında gördüğümüz ögeleri sıralayıp mekan bağlamında yorumlamak daha anlaşır olacaktır. Kahverengi ahşap desenli taban döşemelerinin üzerinde nizami bir düzende dizilmiş masalar, masaların üzerinde birbirine dolanmış kablolar, kahveler, kağıtlar, tabletler, telefonlar, bunların hepsi üzerinde hakimiyet kuran insanlar, hızın ve tutkunun verdiği enerjinin bitmek bilmezliği, hayatın hızlı akışının güzelliğine övgüler, -izm’lerle bezenmiş her türlü otoriteye karşı çıkan tehlike çağının çocukları ve Marinetti’nin Fütürist Bildirge’sinin oluşturduğu gelecek tablosu… Oyuncunun ekonomi sektöründe çalışan bir kadını canlandırdığı tipleme ve kurgulanan mekan, hızın bütünlüğünün sağladığı çağdan günümüze bir ara kesit niteliğinde karşımıza çıkar.
Dada Manifestosu
”Ben eyleme karşıyım, devamlı çelişkiden yanayım”
Tristan Traza tarafından yazılan Dadaist Bildirge, yeniliğin yaşama benzediğini ve Dada’nın hiçbir anlam taşımadığını söyler. Anlamsızlığın verdiği iddiasızlığın gücünden doğurduğu ilkesellik, aslında kendi anlamsızlığının hiçliğini anlatır. İrili ufaklı her türlü sistemin karşısında hiçbir söze sahip olmadan hiçliğin varlığıyla duran Dada, eylemin karşısında ve çelişkinin merkezinde yerini alır. Filmde Dada Manifestosu’nu aktaran cenaze sekansında, gelenekselliği temsil eden devasa kiliseden çıkarılan tabut doğanın hakimiyetini sürdürdüğü anlaşılan koyu yeşil tonların kendine özgü formları arasında toprağa verilir. Bu sahnede, eski sanatın öldüğünü artık yeni sanat anlayışının burjuvazinin yön veremeyeceği bir özgünlük ve biçimin bütünlüğünün fenomeni haline geleceği anlatılır. Dada her bağlamda hafızayı yok sayar, kendinden önceki her varlığı hiçliği ile yok etmeye gelir.
Dogme 95
”Hiçbir şey orijinal değildir”
Lars von Trier üç arkadaşı ile birlikte avangart bir sinema hareketi olan Dogme 95’i imzalar. Sinemanın endüstrileşmesi karşısında bağımsız sinemacıların ezilip yok olmasını önlemeyi amaçlayan Dogma hareketi, bir nevi sinemayı demokratikleştirmeyi amaçlar. Filmlerin 35 mm çekilmesini, kameranın elde taşınmasını, filmin özel efekt barındırmamasını talep eden manifesto; filmde ilkokul öğretmeninin yer aldığı sekansta canlandırılır. Dogma 95’in sinema bilincini oluşturma güdüsünün bir temsili olarak ‘’sınıf’’ töz niteliğindedir. Orijinalliğin mevcut olmadığı bu nedenle her yerden her olgunun çalınabileceğini bununla birlikte bu hırsızlığın gizlenmemesi gerektiğine vurgu yapar. Orijinallik mevcut değildir lakin özgünlük paha biçilemez.
Sürrealist Manifesto
”Ne zaman uyuyan sihirbazlarımız uyuyan felsefecilerimiz olacak?”
Dadaist akımdan oldukça etkilenen André Breton, edebiyatta ve sanatta bilinçaltının önemini vurgulayan sürrealizmi ortaya koymuştur. Sigmund Freud’un bilinçaltıyla ilgili çalışmalarının da yön verdiği akıma göre bilinçaltı adı verilen olgu toplum, din, ahlak, yasa gibi kişi tarafından seçilemeyen ögeler ile var olur. Sürrealist sanatçılar bilinçaltını anlamak amacıyla yola çıkarlar, eserlerinin en önemli gayesi bilinçaltını kavramaktır bundan dolayı eserlerinde sık sık rüya ögelerini ön plana çıkarırlar. Yaşama hayali çözümler sunan mekanlar, rüya mekanları. Filmde sürrealist hareketin deneyimler ve süreç manilerinden ayıklanmış salt rüyaları simgelediği bir mekan görürüz. Mutlak akılcılığı yalanlayan, yok eden ve farklı bir formda yeniden sunan bu yerler şüphesiz ki bilinçaltının derin noktalarında bilinçsizce yaşattığımız rüya sanrılarıdır.
Kavramsal Sanat
”Tüm mevcut sanatlar sahtedir”
Kavramsal sanat anlamını, herhangi bir anlam kaygısı taşımadan üretilen ‘şeye’ yükler. İzleyicilerin sıkılıyor olması, mantık safsataları, sanatta nedensellik, sanatın anlaşılma kaygısını eleştiren ve tüm bunların bir sonucu olarak nesnenin sadece tanımlandıktan sonra algılanabileceğini söyleyen kavramsal sanat; filmde bir haber spikeri ve muhabir arasında geçen diyaloglar ve eylemler bütününde anlatılır. Seyirciye devasa kameraları ve set ortamını, muhabirin üzerine yalandan yağan yağmuru bir başka deyişle olan ve görülenin farkı anlatılır. İnsanın yarattığı her şeyin sahte olduğu durumunu mekanla özdeşler.
Manifesto-Mekan Üzerine
Manifesto bir diğer değişle herhangi bir olgunun ide, töz, söylev, fikir yanı. Filmde anlatılan on iki bildirgenin iki boyutlu bir formdan üç boyutlu bir dünyaya mekan, ışık, eylem, ses gibi temel ögeler yardımıyla belirli bir bakış açısı doğrultusunda aktarılması şüphesiz her bir izleyiciye farklı bir deneyim yaşatır. Bu sürecin önemli bir ayağı da kuşkusuz mekanın tasarımıdır, bir fikri mekanın boyutlarına taşımak hem kişilerin üçüncü boyut algısını geliştirir hem de yaratıcı yönlerine katkı sağlar. Peki sizin bakış açınızla manifestolar birer mekan olsalardı, nasıl olurlardı?