Bazı bilim insanları yaşayabileceğimiz yeni gezegenler ararken; permakültürcüler, üzerinde bulunduğumuz gezegeni nasıl zenginleştirebileceğimizi anlatmaya devam ediyor. Dünya nasıl kendine yetebilen, doğayla uyum içinde bir hayatın yaşandığı bir gezegen olabilir?
1960’lardan beri hava kirliliği ve ozon tabakası ile başlayan endişelerimiz; radyasyon, GDO, bozulan ekosistemler, yok olan endemik türler; 2000‘li yıllarda güncelliğini küresel iklim değişikliği ve su kirliliğiyle sürdürüyor.
Doğayı yok ettiğimiz düşüncesi ise insan egosunun bir yansıması. Çünkü insanlık olarak doğayı yok etmek bizim gücümüz dâhilinde değil, ama insanlığı pek âlâ dünya üzerinden silebiliriz. Milyonlarca yıldır yaşanan büyük afetler sonucunda bazı türler sahneden çekilirken yeni ortama uyumlu başka türler geldi ve doğa var olmaya devam etti. Asıl soru, dünyanın yeni durumuna insanlar ayak uydurabilecek mi?
Bir dönüşümün içindeyiz ve zaman aleyhimize işliyor. Bazı konularda geri dönülmez noktaya ulaştık bile. Şu an kullandığımız mono kültürel konvansiyonel tarım sistemleriyle gıda üretmenin ya da kaynakları tahrip ederek uzun vadede susuz bırakacak yöntemlerle su elde etmenin geçici çözümler olduğunu görmeye başladık. Eninde sonunda daha az tükettiğimiz ve daha az kirlettiğimiz bir sisteme dönmek zorunda kalacağız. Bunu bilinçli ve planlı yapmak daha uygun değil mi? Bazı bilim insanları yaşayabileceğimiz yeni gezegenler ararken; permakültürcüler, üzerinde bulunduğumuz gezegeni nasıl zenginleştirebileceğimizi anlatmaya devam ediyor. Dünya nasıl kendine yetebilen, doğayla uyum içinde bir hayatın yaşandığı bir gezegen olabilir?
Permakültür Nedir?
Permakültür, permanent (kalıcı) ve agriculture (tarım) kelimelerinin birleşiminden oluşuyor. “Permanent Agriculture” kavramı ilk olarak Franklin Hiram King’in 1911 yılında yazdığı “Farmers of Forty Centuries: Or Permanent Agriculture in China, Korea and Japan” adlı kitapta kullanıldı. Permakültür kelimesi ise Avustralya’da üniversite öğretim görevlisi olarak çalışan Bill Mollison’un sürdürülebilir tarım üzerine yaptığı çalışmalar sırasında ortaya çıktı. Adını Mollison’un öğrencisi David Holmgren ile birlikte 1978’de yayınladığı “Permaculture One” adı kitapla duyurdu.
Her ne kadar gıda üretme yöntemleri ön plana çıksa da permakültür; doğanın işleyişini kavrayarak sistemleri yeniden tasarlar, ihtiyaçları karşılarken tüketmenin aksine kullandıkça verimi artan alanlar oluşturur. Doğaya karşı değil, doğayla beraber çalışır. Böylece sistem işi bizim için yapar, enerji ve zaman daha etkin kullanılmış olur.
Bill Mollison permakültürün etik ilkelerini şöyle sıralar:
– Yeryüzüne Özen Göster; bütün yaşam sistemlerinin, canlı cansız bütün varlıkların devamı ve çoğalması için gerekli koşulların sağlanması. |
– İnsanlara Özen Göster; insanların gıda, barınak, eğitim, tatmin edici iş ve keyifli insan ilişkilerine sahip olarak sağlıklı bir şekilde var olmaları için gerekli kaynaklara ulaşmalarının sağlanması. |
– Nüfus ve Tüketime Sınır Getir; kendi ihtiyaçlarımızı kontrol altına alarak yukarıdaki ilkeleri desteklemek için kaynak ayrılması. |
Bill Mollison çalışmalarının başında Avustralya’nın yerlilerini gözlemlemiş ve onların doğayla ilişkilerini, kullandıkları yöntemleri permakültüre aktarmıştır. Malç, kompost gibi yaygın birçok uygulama zaten uzun süredir geleneksel olarak kullanılıyor. Bunun yanında Zonlama çalışmaları, kenar etkisinin değerlendirilmesi gibi modern yöntemler de planlamanın ana hatlarını oluşturur. Sonuç olarak geleneksel yöntemlerle işlevsel tasarımcılığı ve teknolojiyi birleştirip bol verimli, tüm ihtiyaçlarını karşılayan, kendi kendini devam ettirebilen insan yerleşimleri oluşturulur.
Permakültür Uygulamaları
Permakültür tasarımında işlevsellik ön plandadır, her öğenin birden fazla fonksiyonu vardır. Örneğin evin güney cephesine dikilen meyve ağacı, meyve vermesinin yanı sıra yazın yapraklarıyla gölge yaparken kışın yapraklarını dökerek güneşten faydalanmamızı sağlar. Tabii permakültürcü, alanı gözlemleyip evi güneşe doğru konumlandırmış, pencereleri de buna göre boyutlandırmıştır bile. Hatta belki eve yapışık bir sera inşa edip, küçük bir bölümünü kümese ayırarak, tavukların ürettiği ısıyla hem evi hem serayı ısıtıyordur. Bu evde muhtemelen mutfaktan çıkan gri su arıtılıp sulamada kullanılıyordur. Yağmur yağdığında çatıdan toplanan su da içme ve kullanma suyu olarak değerlendiriliyordur.
Eğer yerleşim kurak bir bölgedeyse; ilk iş bahçeye yağmur hendekleri kazılmış, azot bağlayan öncü türlerle toprağı zenginleştirirken, gölgelerinde ikincil türler yetiştirmeye başlanmıştır. Bu bahçede dikey katmanlar oluşturacak şekilde yetişen bitkilerden bazıları yenilebilirken bazıları malç yapılıyordur, bazıları hayvanları besliyor, bazıları ise yakacak oluyordur. Burada muhtemelen her türlü hayvana yer vardır, hayvanların doğal döngüdeki ilişkilerini sürdürmelerine izin vererek, bitkilerin doğal ortamlarına benzer koşullarda ve organik maddece zengin toprakta, kardeş bitkileri birlikte yetiştirme yöntemiyle hastalık ve zararlıların salgına dönüşmesi engelleniyordur. Hatta hasat yapıldığında konu komşuyla bir araya gelip, yerel organik pazarda ürünler satılıp, hasat şenlikleri düzenleniyor, tohumlar takas ediliyordur.
Peyzaj Mimarları’nın da zaman zaman söylediği gibi “doğayı bahçemizde taklit ederek” hatta akıllıca düşünülmüş tasarımlarımızla biraz daha fazlasını vererek oluşturulmuş bir yaşam alanı oluşturabiliriz. Güçlenen toplumsal bağlar da bu yaşam tarzının çok önemli bir parçası.
Bill Mollison’un 1991 yılında yarımşar saatlik 4 bölüm halinde hazırlanan The Global Gardener –Yerkürenin Bahçıvanı adlı belgeseli her şeyi oldukça iyi özetliyor. En çarpıcı olanı 2. Bölüm-Kurak Alanlar; Arizona, Botswana ve Avustralya’da çölleşmeye getirdiği çözümler, yerel halkla beraber en verimsiz alanları bile gıda ormanlarına çevirmeleri ile görülmeye değer.
Türkiye Permakültür Araştırma Enstitüsü, kurulduğundan beri çok ciddi çalışmalar yürütüyor. 2010 yılında düzenlenen PDC (Permaculture Design Certificate) kursu, bizim için bulunmaz bir fırsattı ve dünyanın farklı bölgelerinden gelen öğrencilerle geleceğe yönelik bağların kurulması açısından oldukça değerli çalışmalardan biriydi. Şu an birçok ülke permakültürü devlet destekli olarak uygulamakta, çeşitli üniversitelerde tezlere konu olmasının yanı sıra bugün Permakültür Eskişehir Anadolu Üniversitesi Ekoloji Ana Bilim Dalı yüksek lisans dersleri arasında yer alıyor. 2012 yılının Temmuz ayında Emet Değirmenci’nin eğitmenliğinde Van Erciş’te düzenlenen Afet Sonrası Ekolojik Restorasyon eğitimi de oldukça umut veren bir çalışma.
Artık durumumuzun Ekoloji modasına uymanın çok ötesinde, kökten çözüm gerektirdiğini, yaşam tarzımızı değiştirmemiz boyutuna geldiğinin bilincine varıyoruz. Özellikle biz tasarımcılar, dünyanın yaşadığı bu dönüşüme yumuşak geçiş yapabilmenin öncüleri olmalıyız. Doğayı kurtarmak için değil belki ama insanlık için yapabileceğimiz çok şey var.
Yazar: Nihan PARLAK – Peyzaj Mimarı