Hızlı Git
İnsan, varlığını sürdürmeye başladığı andan itibaren, duyumlarını ve duygularını ifade etme ihtiyacı duymuştur. Olayları yansıtma, dışarı vurma ve yaptığı çıkarımları ürüne dönüştürme isteği sayesinde sanat kavramını ortaya çıkaran insan, farklı görüşlerle birlikte sanata farklı anlayışlar getirmiştir. Bu sanat anlayışları; toplumların, yaşayış biçimlerinin, bu yaşayış biçimlerine olan desteğin veya tepkinin sonucunda çeşitlenmiştir. Çeşitlenen sanat anlayışları birer akım haline gelmiş ve birçok sanatçı bu akımların birer üyesi olmuştur. Sanat, edebiyat ve mimari alanlarda oluşturulan akımların hepsinin bir felsefesi, düşünce ve dünya görüşleri bir de bu görüşlerini uygulama biçimleri vardır.
Romantizm
İlk olarak Romantizm (coşumculuk) akımını ele alacak olursak; 1750’lerde başlayarak 19. yy. boyunca süren, önceleri İngiltere, Almanya ve Fransa ardından da bütün Avrupa’yı sanatta, müzikte, felsefede ve edebiyatta etkisi altına alan entelektüel bir akımdır. Belirli kuralları ve kalıpları barındıran Klasizm akımının etkisinden çıkmak ve farklı bir dünya görüşü edinmek isteyen Avrupalı sanatçılar kendilerine bir kaçış yolu ararken Romantizmi ortaya çıkarmışlardır. Romantizm duygu ve düşünceleri bilinçdışı bir şekilde yansıtma ve kendini özgürce ifade etme anlamına gelen çağdaş bir yaklaşımdır. Yani, Romantizmde duygusallık, heyecan, özgürlük, doğa sevgisi, yurtseverlik, geçmişe özlem, ütopya gibi konular ön plandadır.(1) Bu yönüyle de günümüz modern sanat anlayışına geçilmesinde bir köprü işlevi üstlenmektedir. Ancak bu kavramlar, ifadesini biçimden çok düşüncede bulduğundan belirli bir üslup benimsenememiştir.
Bunlara ek olarak resimde Romantizm akımı, zaman içerisinde manzara resimleriyle bütünleşmiş ve manzaralar resim için fon olmaktan çıkıp konunun kendisi olmuştur. Manzaraların resmedilişini görenler ise kendi iç dünyasını ve duygularını irdelemeye başlamıştır.
Akımın önde gelen ressam, heykeltıraş ve sanatçılarına Eugène Delacroix, Ingres, Théodore Géricault, Joseph Anton Koch, James Ward, Gordale Scar, John Constable, J. C. Dahl, William Blake, J. M. W. Turner, Ivan Aivazovsky, William Blake, Karl Bryullov, Hans Gude, John Martin isimleri verilebilir.
Natüralizm
Bir başka sanat akımı olan Natüralizm (doğalcılık), 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında genellikle sanat ve edebiyatta görülmüş olan bir akımdır. Bu akım, doğa biliminin belirli ilke ve yöntemlerini kendi sanatına uyarlayan sanatçılar tarafından geliştirilmiştir.
Akım ilk olarak İngiltere’de manzara resimlerinde görülmüş ancak Romantizm akımının etkisiyle yapılan manzara resimlerinin aksine duyguları ön planda tutmamış, az bozulma veya yorumlama ile doğanın temsilini veya tasvirini (insanlar dahil) içeren gerçek bir hayat tarzını tanımlamıştır. Ancak gerçeği anlatırken aşırıya kaçmış, hayatı tamamen bilimsel açıdan yansıtan bir akım haline gelmiştir. Özellikle ışık ve yüzey dokusunun inandırıcı efektleri tuvale yansıtılmıştır.
Natüralizm, kısa süreli bir akım olsa da yaşamın gerçekçiliğini sanata aktarma ve aktarırken yeni konuların bulunmasına katkı sağlamıştır. Bu akımda var olanı bire bir yansıtma söz konusu olduğu için Natüralist sanatçılar çevreyi iyi gözlemleyen insanlar olarak tanımlanmıştır. Natüralist sanatçılara Jose Malhoa, Jules Bastien Lepage, August Hagborg, Victor Gabriel Gilbert örnek gösterilebilir.
Ekspresyonizm
Bu yazımızda bahsedeceğimiz son akım ise; Almanya’da Pozitivizm, Naturalizm ve Empresyonizm akımlarına tepki olarak 20.yy ‘da ortaya çıkan Ekspresyonizm (dışa vurumculuk) akımıdır. Ekspresyonizm, bir hayat anlayışına dayalı dünya görüşüdür. Fakat, Natüralizm akımının aksine bu görüşte önemli olan kişinin ruhsal durumudur. Doğa ikinci planda kalır. Ekspresyonizm akımını uygulayan sanatçılar, ruhlarındaki karmaşık ve güçlü duyguları sanatlarına sokmuşlar, haksızlıklara karşı olan isyanlarını, abartılı renk ve bozulmuş biçim görüşüyle tuvallerine aktarmışlardır. Burada da Romantizm ve Natüralizm akımlarından çok farklı bir görüş izlenmiş ve örneğin, yapıtlarında kadın vücutlarını çekinmeden çirkinleştirmişler; insan yüzlerini korkunç, iğrenç ifadeli karnaval maskeleri halinde yapmışlardır. Çizgileri kaprisli, kullandıkları renkler ise fovist ressamlarınki gibi cesaretlidir. Ekspresyonist sanatın sevilmeyen kısmı ise güzellikten uzaklaşması olmuştur. Ancak, Figürlerin çirkinleştirilmesi ve bozulması bu tarzın bir gereğidir. Yani özetleyecek olursak; sanatçılar içlerinde oluşan duyguları dışa vurarak resimler yapmıştır.
Başlıca Ekspresyonist sanatçılara örnek verecek olursak; Max Beckmann, Erick Heckel, George Grosz, Max Pechstein, Oskar Kokoschka, Ernst Ludwing, Franz Marc, Emil Nolde, Aguste Macke, Wilhelm Lehmbruck, Wassily Kandisky, Otto Dix gibi isimlerden söz edebiliriz.
Ayrıca ekspresyonizm, mimari bir akım olarak da işlenmiş bir sanat anlayışıdır. Kısaca değinecek olursak; Ekspresyonist mimari, özelikle Almanya’da etkisini göstermiştir. Yapılar, alışılmışın dışında malzeme ve formlarla oluşturulmuştur. Ekspresyonist mimari, modern mimarinin klasikleşmiş özeliklerini reddeder.
Dışavurumculuk olarak da anılan akım, mimarlar için özgün eserler yaratmalarını teşvik eder. Ancak mimaride Ekspresyonizm, resimlerdeki gibi keskin ve çizgileri belli bir üsluba sahip değildir. Temel olarak Ekspresyonistlerin ana özelliği hiçbir biçimsel önyargı taşımamaları ve daima bireysel yaratıcılık ögesini ön plana çıkarmalarıdır. (2)
Adolf Behne, Hermann Finsterlin, Antoni Gaudi, Erich Mendelsohn, Piet Kramer, Carl Krayl gibi isimler Ekspresyonist mimarinin en iyi temsilcilerindendir.