Empresyonist ressam Claude MONET’nin adeta tablolarından birini boyar gibi; kendi elleriyle ekip diktiği büyüleyici renklerde çiçeklerin, uzaktan bakıldığında fırça darbelerini andıran farklı tekstürde bitkilerin süslediği bahçesi bugün Paris’e 80 km uzaklıktaki Giverny kentinde ressamın kendi tabiriyle en ölümsüz eseri olarak varlığını sürdürmeye devam ediyor.

Monet’in sanat hayatı daha küçük bir çocukken La Havre Limanında karikatür çizdiği yıllarda başlar ve o yıllar klasik resim anlayışının hakim olduğu zamanlardır. Peyzaj ise bir resmin konusu olarak henüz moda olmaya başlamıştır. Manzara ressamları genellikle atölyelerde çalışır doğada çizdiği eskizleriyse yine bu atölyelerde tamamlardı. Monet ise çağdaşlarının aksine bir pikniğe gider gibi geniş bir şemsiyeyle birlikte eşyalarınıda yanına alır; Siene Nehri boyunca uzanan küçük köyleri, Manş Denizini ve Kuzey denizi kıyılarını atölyesi olarak kullanırdı. Rüzgar çıktığında tuvaliyle sehpasını sıkıca bağlar tam da doğanın içinde saatlerce çizer ve boyar, klasik resmin aksine detaylardan çok “ o anın” yarattığı izlenimin peşine düşerdi.

Resimlerini kelimenin tam anlamıyla çizgilerle değil ışıkla çizer, bir parça rengin peşinden koşardı. Güneşin yedi rengini esas alarak, gölgeleriyse zıt renkler kullanarak ifade ederdi. Anlık görüntüleri aktarabilme çabası, hızlı fırça darbeleri, belli belirsiz ayrıntılar resmi bir anda resim olmaktan çıkarıp bir yanılsamaya ya da zihinde bir türlü netleşmeyen bir yaz akşamı rüyasına dönüştürürdü.

Elbette bu farklı ve yeni üslup ilk etapta Paris Salonlarında kabul görmez. Hatta bir grup arkadaşıyla reddedilen 30 eserin bulunduğu bir sergi açarlar ve burada İzlenimcililiğe ismini de veren “İzlenim: Gündoğumu”tablosu yer alır. Ancak bu sergide de istediği başarıyı elde edemez hatta alay ve eleştirilerin hedefi olur. Böylece tüm talihsizlikler; bugün tanıdığımız Monet’i yaratan, hayatının ikinci bölümüne sevk eder onu. Çok sevdiği eşi Camille ‘in de ölümüyle Paris’ten taşınmaya karar verir. Ardından çocukları, çocuklarının bakıcısı Alice ve Alice’in çocuklarıyla birlikte Giverny’e gelirler.

Burada, ömrünün kalan kısmını adayarak yeniden imar edeceği ve mükemmelleştireceği o meşhur şirin pembe evi bulur. İlk gördüğü andan itibaren çok beğenir ve sonraları satın alacağı evi kiralar.

Gerekli tadilatların ardından yavaş yavaş evi çevreleyen araziye; görmekten ve resmetmekten zevk alacağı tarzda bir bahçe yapmaya başlar Monet. Başta ailesiyle birlikte bizzat kendisi çalışır. Hatta bir yazısında “Hepimiz bahçede çalışırdık. Kendim kazıp diker, otları temizlerdim. Akşamlarıysa çocuklar sulardı bahçeyi.” diye bahseder bu durumdan ve ömrünün son yirmi yılını seyahate çıkmasına gerek kalmayacak kadar büyüleyici bir doğa parçası, muhteşem bir stüdyo inşa ederek geçirir. Başyapıtım dediği bu bahçeyi ise üç farklı bölüm olarak düşünüp tasarlar:
Evin çevresindeki çeşit çeşit renk renk perennial bitkileriyle klasik Clos Normand bahçesi, etrafını gül kemerlerinin çevrelediği ve çiçekten bir halı gibi Nasturtiumların (latin çiçeği) yol boyu sere serpe uzandığı Grande Allée ve farklı nilüfer türlerini içinde barındıran, üzerinden wisterialar (mor salkım) sarkan, kederli bir söğüt ağacının yaslandığı küçük yeşil Japon köprüsüyle Su bahçesi..

Monet’den beklenildiği üzere bahçenin bütününe yayılmış floral kompozisyonlarda renk temaları ve süreklilik göze çarpar. Yani bahçeyi çiçeksiz görmek neredeyse imkansızdır. Her mevsim farklı çiçeklerin sahneye çıkmasıyla çok çeşitli manzaralar ortaya koyar. Baharda mavi çan çiçeklerinin içinde beliren sarı laleler, yeşil yaprakların arasında yoğun monokrom görünümler oluşturan süsen tarhları, kışın çuhalar, haseki küpeleri ve beyaz dağ akasması, yazın; kırmızı gelincikler içinde mor çiçekler açan sığır kuyruğu gibi bitkiler göz alıcı renk kombinasyonlarıyla Monet tarafından büyük bir ustalıkla bir araya getirilir.

Ayrıca uzaktan ağaç topluluğu gibi görünen küçük bir bambu ormanı, lavantalar, orman gülleri, açelyalar, şakayıklar, farklı renk ve formlarda güller bahçenin dört bir yanına düzenli bir şekilde dikilmiştir. Su bahçesinde ise ılgınlar, yerel türlerde eğrelti otları, düğün çiçekleri, bataklık süsenleri ve su okları yer alır. Ama su bahçesinin en meşhur bitkisi hiç şüphesiz 12 tablosuna ilham olan nilüferlerdir. Onları şu şekilde anlatır Monet:“Nilüferlerimi anlamam biraz zaman aldı. Onları resimlerini yapmak için değil, zevk için dikmiş ve yetiştirmiştim. Bir manzara bir anda zihninize belirmiyor. Sonra birden, göletimin büyüsünün farkına varıp paletimi elime aldım. O zamandan beri neredeyse başka konum olmadı”

1889 yılında Paris Universal sergisinde gördüğü çiçeklerden esinlenmiştir aslında . Yakındaki bir dereden faydalanarak oluşturduğu göleti, yeni melez renklerinde bulunduğu nilüferlerle doldurdu ve bu muazzam tabloyu daha yakından görmek için üzerine küçük ikonik japon köprüsünü yerleştirdi. Daha sonra ise bu köprüyü mor ve beyaz çiçekleri olan wisterialarla örttü. Dönemin ünlü yazarlarından Marc Elder; Giverny kitabında bu manzarayı şu şekilde tasvir etmiştir: “Salkımlarla kaplı bir köprü su bahçesine uzanıyor. Haziran ayında koku öyle yoğun ki, sanki insan bir vanilya çubuğu içinde yürüyor, beyaz ve mor çiçekler –bir suluboya resimdeki gibi pembeye çalan bir mor–arasında enfes üzüm taneleri gibi sarkıyor. Meltem estikçe hoş kokular devşiriyor. Ayak sesleri suyun altındaki gölgelerde toplaşan balıkları cezbediyor. Suya eğilince kendi yansımamızı görüyoruz; sudaki imgemiz incecik bir zara parmakla değmişçesine, bir sazanın ağız dokunuşuyla birden sarsılıyor.”

Monet’in bahçe tutkusu bütün bunlarla sınırlı kalmadı. İyi bir ressam olduğu kadar iyi bir bahçıvanda olan Monet ısıtmalı bir sera yaptırdı. Zamanla 6 bahçıvan çalıştırdığı serasında egzotik türler yetiştirip başka ülkelerden getirttiği çeşitli bitkileri burada kültüre alıyordu. Tohumdan ürettiği yerel bitkiler ve soğanlarda yine bu seralarda bulunuyordu. Ressam arkadaşı Caillebotte’ye yazdığı bir mektuptan bitkilerin görünümleri kadar nasıl üretildikleri ve yetiştirildiğiyle de alakadar olduğunu anlıyoruz.
“Sevgili dostum kararlaştırdığımız gibi pazartesi günü gelmeyi unutma. Tüm süsenlerim çiçek açacak. Belçika’dan aldığım japon bitkisinin adı : Crythrochaete. Mösyö Godefroy ile bunun hakkında konuştuğunuzdan ve bana onun ekimi hakkında bilgi aldığınızdan emin olun.”