“Tabiat, dökülen yapraklarla birlikte tıpkı bir takvim gibi zamana eşlik etti..”
Erik çiçekleri açtığı zaman ya da yapraklar kuruyup da kaldırımlara döküldüğünde sokaklar dev bir fotoğraf stüdyosunu andırır. Hele mevsim kışsa ve şehirden biraz uzaklaşmışsak eteklerini göknarların, sedirlerin çevirdiği beyaza bürünmüş tepeler eşsiz birer figüre dönüşür. İşte böyle zamanlarda çabasız ama güzel bir fotoğraf için yalnızca vizörden bakıp deklanşöre dokunmak yeterlidir. Çünkü binlerce yıldır sanatın her türlüsüne modellik yapan doğa, renkleriyle, formlarıyla, sezonlara özgü görünümleriyle fotoğrafçılık için de cömert bir esin kaynağıdır.
Bu nedenle peyzaj fotoğrafı çekerken ihtiyaç duyabileceğiniz tek şey belki de gördüğünüz manzarayı anlatabilmektir. Fotoğrafı bir görüntü olmaktan kurtaran şey tam olarak budur. Bir kurgu yaratmak, maharetli bir makinadan bile daha elzemdir.
Çünkü tıpkı film sahnesi gibi aslında peyzajında; baktığında insandaki bir takım hissiyatları tetikleyen yüzleri vardır. Mesela masmavi gökyüzüne uzanmış çiçekli dallar romantik bir sahnedir, sararmış yapraklarını nehre bırakan akasya ise dramatik bir sahne. Dalgaların kumsala vurup kaçtığı bir sahil kıyısı insanda seyahat arzusu uyandırırken, gölgesine insanları toplamış yaşlı bir çınar ağacıysa güvende hissettirir. Ya da kaldırım taşlarının arasında çıkan yabani çiçekleri düşünün. İnsanın içini ümitle doldurur. İşte mühim olanda bütün bu duyguları ifade edebilmektir.
Yani göz alıcı bir manzaraya bakıyorsanız eğer; gördüğünüz ışık-renk kombinasyonuyla güzel bir hikaye anlattığınız sürece insanı tesiri altına alan büyüleyici kareler yakalayamamak nerdeyse olanaksızdır.
Tabi eşsiz bir kurgu için sonbahara, yılın ilk kar yağışına ya da bir yaz tatiline elbette lüzum yok. Çünkü peyzaj tüm argümanlarıyla yaratma sanatının belki de en güzel hali. Bir çiçeğin katmanları, ağaçların gövdeleri, yaprakların rengi.. Hepsi yeryüzüne iliştirilmiş zarif birer dekorasyon ürünüdür sanki. Bu yüzden assolist olmasa bile gösterişli bir figüran olarak fotoğraflara yakışıp en iyi şekilde katkı sağlar.
Örneğin şehrin eski dar sokaklarında ahşap bir konağa tırmanmış mor salkımlar, adalet kulesine adeta bir muhafız gibi asırlardır eşlik eden servi ağaçları, çirkin apartman yığınları arasında beliren, arabası bitkilerle dolu bir seyyar satıcı gibi. Dahil olduğu fotoğrafları tamamlar ve güzelleştirir.
Tabi peyzajın fotoğraf üzerindeki etkisi yalnızca bunlardan ibaret değildir. Son olarak fon etkisinden de bahsetmek gerekir. Peyzaj , özellikle portrelerde muazzam bir background olarak karşımıza çıkar. Bu hali aynı zamanda manzara fotoğrafçılığının da çıkış noktası niteliğindedir aslında. Çünkü özellikle romantik ve klasik dönemlerde varlığını hissettirmeye başlayan tabiat olgusu, natürmort ölçeğinden sıyrıldığında uzun süre arka plan olarak görüldü. Mesela bahçede gezinen bir kadını, güzel bir gülü dalından koparırken çizdi ressamlar. Ya da yine portresini çizdiği bir soylunun arkasındaki ahşap pencerenin ardında resmetti ve böylece doğa betimlemeleri artık resmin yepyeni bir gündemi haline gelmiş oldu.
Öyle ki 1850’li yıllarda Monet, manzara ressamlığını daha farklı bir boyuta ulaştırdı ve stüdyoda çalışmak yerine tuvalini açık havaya taşıdı. Hatta kendi elleriyle yaptığı bahçesinde en ölümsüz eserlerini yarattı. Bu tavrı birçok açıdan radikal bir örnek teşkil etti sanat için. Uzaktan bakmayı değil deneyimlemeyi öğretti insana. Yani doğa insana sunduğu pek çok şeyin yanı sıra yönlendirici ve yaratıcı yaklaşımlarıyla ilham da verdi. Ardından gözleme dayalı bir boyuttan farklı anlatım biçimlerine dönüştü. Peyzaj fotoğrafçılığı da bu biçimlerden bir tanesidir.