Bir Gezginin Öyküsü: “Arayış”
  1. Anasayfa
  2. KÜLTÜR

Bir Gezginin Öyküsü: “Arayış”

1
Reklam Sponsoru

KTMMOB Mimarlar Odası’nın düzenlemiş olduğu, Mimarca Mekân Anlatımı Metin Yarışması’nda “Çelen Mirata Birkan” adına verilen; jüri özel ödülüne layık görüldüğüm “Arayış” adlı öykümü sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyarım. Bu yıl dördüncüsü düzenlenmiş olan ‘Mimarca Mekân Anlatımı Metin Yarışması’ 2021 sonuçlarına buradan ulaşabilirsiniz. Keyifle okumanızı diler, yorumlarınızı beklerim.

Arayış

Yolculuğuna ara vermek için kavak ağaçlarının gölgesine oturdu. Göğe uzanan dallar onu bozkırın yakıcı güneşinden biraz olsun koruyordu. Yine her molasında olduğu gibi kendisini aramaya koyulduğundan bu yana daha da kaybolmuş hissediyor, hiçbir mekâna ve zamana ait hissetmiyordu. Uzun zamandır yollardaydı, arayışı varoluşuydu fakat varlığı ile büsbütün arayış içerisindeydi. Bu yüzyıllardır çözülmemiş varoluşsal bir sancıydı ve çözebilecek gibi de görünmüyordu. Bir an önce yola koyulup devam etmeye karar verdi. Yoksa bu düşünceler onu yiyip bitirecekti. Yolunu bilmiyordu, sıralı kavak ağaçlarının bittiği noktada başlayan eğimli patikayı takip ederek yürümeye başladı. Toprak ayağının altında kurumaya ufalanıp kuma sonra sertleşip kum taşına dönüşmeye başladığında tepeye varmak üzereydi. Yükselmeye başladıkça hafiflediğini hissediyordu. Bu hissin aradığı şeyle ilgisi olup olmadığı hakkında en ufak fikre sahip değildi. Yürüdüğü patika gittikçe zorlaşıyor ellerini kullanarak tırmanmak zorunda kalıyordu. Kendisine sahanlık bulduğu bir noktada durdu ve gerisine, kavak ağaçlarının bulunduğu vadiye doğru baktı. Sabah ayrıldığı köy vadinin bir ucunda yeşillerin arasında bu mesafeden bile hareketli görünüyordu. Gün ışığı kaybolmadan rutin işlerini tamamlamak için koşuşturan köylüler, yuvalarına kırıntı götüren karıncalara benziyordu. Herkesin bir arayışı; dayandığı bir nokta vardı. Onun uğraşı hiçbir zaman geçim olmamıştı. Hayatını ait olduğunu hissetmediği bir mekâna bağlamak ona doğru gelmiyordu, mekânlar zamana ve bulunduğu topraklara aitti, bizlerse yalnızca birer ziyaretçiydik. Bir başka misafirliğe gitmek üzere yoluna devam etti.

İrili ufaklı yüzeyleri girintili çıkıntılı kaya oluşumlarının arasından açıklığa çıktığında güneş ufuktaki dağların ardından batmak üzereydi. Geceyi geçirecek bir yer bulmalıyım diye düşünürken kum taşıyla tümleşik bir yapı dikkatini çekti. Yaklaştığında bunun bir orta çağdan kalma bir kilise olduğunu anladı. İçeriye adımını attığında zihninde o vakitleri canlandırdı istemsizce. Tarihin tozlu sayfalarını karıştırdığı zamandan bilgileri ile orta çağ Roma’sından kalma bir bazilikada olduğunu anlaması çok uzun sürmedi. Batmak üzere olan güneşin duvara değen ışığı, kaya kabartma süslemelerinin ince işçiliğinden kalanlarını sergiliyordu. İri dörtgen sütunları geçerek koridorda ilerledi. Kilise çok büyük değildi, koridoru geçtikten sonra çapraz tonoz tavana sahip apsisin önünde durarak tasvirleri incelemeye başladı. Yıllara meydan okuyamamış duvar freskleri yer yer vandalizme uğramış olduğundan tasvirleri okumak oldukça güç geldi. Meryem Ana, müjde, Vaftizci Yahya’nın İsa ile buluşması, son akşam yemeği ve çarmıha gerilme en net okuyabildiği tasvirlerden bir kaçıydı. Birçoğu tamamen dökülmüş kalanların ise yüzleri çizilmişti. İnsanların her ne sebeple olursa olsun tarihe saygı duymamaları canını fazlaca sıktığından daha fazla bakmak istemiyordu. Şimdi uyumak için düzgün bir zemin bulmalıydı. Sol tarafında duvara oyulmuş mezara benzer bir bölme iş görür gibi duruyordu. Havalandırma penceresi dışında bir galeri olduğunu fark etti. Üst katta bulunan kısma çıktığında dışarıya açılan balkon dışında geriye pek bir şey kalmadığını gördü. Dışarıya çıktığında güneş ufukta kaybolmak üzereydi. Bozkırın hakim sert peyzajını kıran kızıl kırgıbayırlar güneşin ufukta batışıyla daha da kızıl görünüyordu. Manzara ilham vericiydi, yolculuğu sırasında buna benzer birçok manzaraya bakıp bir gün kendisini bulacağını hayal etti. Yine bu hayalle çevresine bakarken tepenin hemen ardındaki yerleşimin ilk ışıkları gözlerinde usulca parıldadı. Bu, onun için deniz feneriydi. Yarın sabah limanına yanaşmış olacaktı.

Bu yazı da ilginizi çekebilir:  13 Mayıs Ulusal Peyzaj Mimarlığı Günü

Bir kentin varoluşunu anlamak onda kaybolmaktan geçerdi. Sadece tarihini, kültürünü bilmek yetmez; ona göre en eski sokaklarında çıkmaza düşmek, yokuşunda soluklanıp gerisin geri manzaraya bakmak lazımdı. Kimi zaman eski ahşap kapıların ardında kendini düşler kimi zaman yaşanmışlıklara aralanırdı bu kapılar. Çeperinden rastgele bir sokağa girmek kente yaklaşmanın en heyecanlı yollarından biriydi onun için. Ne bir arkadlı yapı ne de bir saat karşılardı. Karşısına ne çıkacağını bilmezdi ki zaten arayışı bulmak üzerineydi. Toprağın kızılımtırak katmanları arasında geçen binlerce yılın izini düşlerken buldu kendini. Yerleşim yerine indiğinde çevre sakinleri çoktan uyanmış, bacalarında tüten dumandan anlaşılacağı üzere çaylarını demlemişlerdi. Dar sokaklar tıpkı nehrin kolları gibi yolunu buluyor, yatağına doğru döşeniyordu kaldırım taşları. Tabiatın düzeniyle uyum sağlayan bir kentte insan kendini nasıl oraya ait hissetmesin? Her bir detayın doğayla uyumlu olması demek insanın ait olduğu yerde hissetmesi anlamına gelirdi, o da kendisini ait hissedebilir miydi bu şekilde? Arayışı kadar düşsel yolculuğu da onu yormuştu. Kahvaltısını edebilmek için nehir yatağında bir fırın aramaya başladı.

Sokaklar birbiri ardına açılan eşsiz eserlerle doluydu. Kayalara oyulmuş yapılar, ince işçilikli oyma ahşap kapıların ardında saklı birer sıcak yuva gibi görünmekteydi. Doğa harikasının insanın elinde bu biçimi almasına hayran kaldı. Bir yere hiç ait olmayan veya ait gibi görünen yüzlerce yapı ile karşılaşmıştı fakat böylesini ilk kez görüyordu. Bulunduğu ve bir süre de olsa yaşadığı fakat hiçbir zaman ait hissetmediği yerleri düşündü; apartman dairelerini, rezidansların çatı katlarını ve lüks konakları… Yapılar bile bulunduğu yere ait değilken o nasıl mekânlarına ait hissedebilirdi ki? Böylece bir süre burada kalmaya karar verdi. Vahasını bulan bedevi gibi susuzluğunu giderecekti burada. Bekleyecekti, görecekti, yaşayacaktı. Her köşesine bir anlam yüklüyordu sokakların belleğine. Bir hikayesi vardı bu köşelerin, öylece çarpık, parsel artığı değildi bu köşeler. Yanan bir şöminenin sıcaklığında içilen sıcak çikolatayı görüyordu kışlık odunlarda. Veyahut üstü örtülü arabanın köşeyi döndüğünde farlarında uzayıp giden yolun seyrini. Sokağın birleşiminde yapıların birbirleri ile olan uyumsuzluğuna rağmen cami minaresinin kızıl topraklara uyumunu görürdü bazı köşelerden. Böylece geçti zamanı, taşını toprağını sevdi. Bozkırın güneşinde kavruldu kızıl topraklarla birlikte. Peri bacalarının büyüsüne kapıldı. Tarihin taşında toprağında kızıl katmanlarında izini bıraktı. Yerelleşmeye çalıştı ama bir türlü yerleşmedi. Bir göçer olarak geldiği bu kentten ayrılacaktı elbet.

Hediyelik eşya dükkanlarının renkliliği, sabahın erken saatlerinde kalkan onlarca sıcak hava balonu, klasik arabalarla ören yerlerini gezen turistler. Hepsi birer imge olarak kaldı aklında. Mevsimi geçti, hazan yeli esti bu vakit. O zaman bir durgunluk çöktü üzerine, ayrılma vakti yaklaşıyor gibi. Oysaki yolculuğundaki durakları mevsimlere bağlamazdı. Girintili çıkıntılı kaldırım taşlarında yürümek bir noktadan sonra aynı yere dönmek zamanın yaklaştığının habercisiydi. Toprak olmaya hasret bir kaya parçası gibi yüzyıllardır şiddetli yağmurları, kuvvetli rüzgârları bekliyordu. Üzerine düşen her bir damla içindeki mineralleri harekete geçirirken umudun çözündüğünü hissediyor akıp gitmek istiyordu.

Düşen ilk kar tanesiyle birlikte yola düştü. Zamana ve mekâna ait imgelerden başka bir şey kalmayacaktı elinde. Yollarda olduğu süre boyunca anladı ki; bir yerde var olmaktansa o yolda olmak onun için varoluşsal bir nedendi. Bir kez daha yürüdü dar sokaklardan, bir kez daha baktı oymalı kapılara. Bu sefer soğuktu, beyazdı. Akşama yanıp kül olacak odunlar yine yığılıydı. Zincir takacaktı yolculuğa çıkmak için artık, belki de çıkamayacaktı öylece duracaktı üstü örtülü araba. Belki de kötü bir yere varmaktan ya da varamamaktan dolayı üstünü açmamıştı hiç. Karlı hâli bir başkaydı bu yörenin, çıktı vadinin en tepesine son bir kez baktı kente doğru. Buraya gelmeden önceki gece lahitte uyuduğu kiliseyi düşündü. Hayran kaldığı oyma evleri. Hiçbiri ilk günkü gibi hissettirmiyordu ona. Tanıştığı tüm insanlar silikleşmişti. Ayrılma zamanı gelmişti artık onun için, kırgıbayırların ötesinden vadiden aşağı indi. Kızıl toprakların beyazlığında yol almaya başladı.

Yürümek eylemini gerçekleştirmekten ziyade eylemin kendisine dönüşmüştü. Mecnun nasıl çölde Leylasını aradıysa o da kendi arayışı içindeydi. Kardan çölü geçtiğinde bir başka merkeze doğru yaklaştı, aradığı ya da bulmak istediği bir şey yoktu artık. Güneş batmak üzereydi, hava açılmış kar yağışı durmuştu. Birbiri ardına sıralanmış sokak lambalarını takip ederek bir iki katlı evlerin arasından duyduğu su sesine doğru yöneldi. Söğüt ağaçlarının altından geçerek kıyısında yürümeye başladı. İçinde bir şeylerin eksik olduğunu hissediyor bunu tüm benliği ile bildiği halde varoluşundan bu yana bulamadığı şeylerin eksikliğini hissetmeyi artık anlamsız buluyordu. Durgunluğu belki de bu yüzdendi. Kendisini ait hissedebileceği hiçbir mekan bulamamıştı. Anlamsız düşünceler denizinde zifiri karanlıkta kaybolmuştu. Ne geceyi aydınlatan bir ay ne de ufukta deniz feneri vardı. Dolayısıyla kürek çekmenin bir anlamı olmadığı gibi nereye gittiğinin de bir önemi yoktu. Yıldızlarınsa meraklı gözler gibi parıldamasına karşın bu durumdan hiç haberleri yoktu, onlar yalnızca asla ulaşamayacağını bildiği kendisini bekleyen milyonlarca ihtimallerdi. Kendisi gibi yarım kalmış bir ay olsa belki önünü biraz görebilse daha iyi hissedebileceğini içinden geçirdi fakat ortada görecek hiçbir şey yokken görmenin de anlamsız olduğunu düşündü. Karanlığın içerisinde ırmakla birlikte aydınlandı. Herakleitos’un sözü aklına geldi: “Her şey akar ve hiçbir şey aynı kalmaz.” Kızılırmak’ın kıyısına oturdu, varoluşsal sancılarını akışın kızıllığına bıraktı.

Bu yazı da ilginizi çekebilir:  Peyzajda Bitkilendirme Prensipleri: Bitkisel Tasarım

SON

❝Kent ve doğa gözlemlerini yazarak Dijital & Analog fotoğraflamayı seven bir Peyzaj Mimarı ❁❞

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorumlar (1)

  1. Öncelikle tebrik ederim. ☺
    Öykünde en sevdiğim yer; “…arayışı varoluşuydu fakat varlığı ile büsbütün arayış içerisindeydi.” cümlesi oldu. Bu çok doğru ve bu hissi anlatacak en iyi cümlelerden biri bence.
    Arayışı bir akış içerisinde bırakman, bu arayış içerisinde kaybolup kendi benliğinden kopması, karakterini çok iyi yansıtmış.  Öykündeki şu pasajında;
    “Hayatını ait olduğunu hissetmediği bir mekâna bağlamak ona doğru gelmiyordu, mekânlar zamana ve bulunduğu topraklara aitti, bizlerse yalnızca birer ziyaretçiydik.”, bunu çok hissettim.
    Öykünün akışı da çok iyi ilerliyor. Hikayeden kopmadan, karakterle birlikte ben de arayış içerisindeydim. Karakterle kendimi çok bağdaştırdım. Kızılırmağın kenarında yürüyüş yapmamın da bunda bir etkisi olabilir. 😊
    Ve kendimi tanımlayabileceğim cümlelerden birini öykünde buldum: “Yürümek eylemini gerçekleştirmekten ziyade eylemin kendisine dönüşmüştü.” 😊

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir