Singapur, ekvatora yakın, herşeyin şaşırtıcı bir şekilde hızlı ve bereketli bir şekilde büyüdüğü, sömürge dönemlerinden beri maddi açıdan başarılarından dolayı kendini seven bir ada ve şehir devletidir. Tayland’ın güneyinde, batıda Sumatra, güneyde diğer Endonezya adaları ve doğuda Borneo ile sınırlanan bölgeye uzanan uzun bir kara parçası olan Malay Yarımadası’nın hemen ucunda yer alır. Singapur, güneydoğu asyanın en geniş parçası ve dünyanın en meşgul bölgelerinden biridir. Singapur’un bir bahçeler kentine dönüşmesi, çeşitli popülasyonlarının gelişmesiyle ve bunula birlikte bitkilerinin göçüyle, yüzyıllar öncesine dayanan uzun bir süreç olmuştur. Singapur, bu süreç içerisinde dış güçlerin etkisi altında kalmış, özellikle Avrupa’dan gelen kaşiflerin nadide baharat arayışı, son 40 yılda buraya yerleşmeyi seçenlerin değişen zevkleri ve ilgileri zamanla sömürgeleştirmeye yol açmıştı.

Singapur’un tarihi boyunca 14. yüzyıldan geriye doğru bakıldığında, bitki örtüsü hakkında çok az şey bilinmekteydi. Var olan kayıtlar ise; adanın sık ormanlarla kaplı olduğunu ve gemi inşaa etmeye uygun ince kereste ağaçlarına sahip olduğunu aktarmış. Singapur ve Malay Yarımadası’nın aynı tropikal yağmur ormanlarını ve hindistancevizi ağaçlarının saçaklarıyla mangrov bataklık ormanını paylaştığı gerçeği göz önüne alındığında, bu şaşırtıcı bir gerçek değildi. 17. yüzyıla ait bir anlatıma göre; Mallay yıllıklarında yapılan araştırmalar sonucunda durian ağaçları gibi farklı türlerde çok sayıda meyve ağacına rastlanıldığından bahsediyor. Ayrıca onların duku ve portakal ağaçları, Parkia speciosa gibi kötü kokulu meyvelere sahip ağaçları ve ayrıca jering (Pithecellobium jiringa) ağaçlarını keşfettiklerini de söylüyor.




Nüfusun artması ve keşiflerle beraber genişleyen bu bölgede insanlar daha kalıcı evler inşaa etmeye başlamışlardı. Avrupalıların, şehrin dışında, geniş, meyve ağaçlarıyla çevrili, bahçeli evlere sahip olduğu bahsedilmektedir. Kasaba karakterinin daha düzenli ve daha rahat bir kasabaya doğru evrilmesi ve Singapur’a gelen kadın sayısının artmasıyla birlikte, en azından Avrupa nüfusu arasında bahçecilik fikri gelişmiştir.

Singapur, 1867’ye kadar Hindistan’dan yönetilmişti, bu nedenle tohumların ve çeliklerin oradan, özellikle Kalküta’dan gelmesi kuvvetle muhtemeldi. Dr. Thomas Oxley, yerli bahçelerin süs bitkilerini listeledi ve bu listenin içerisinde ise; Akasya, Agave, bir tür trompet çiçeği olan Allamanda, Barleria, yine aynı şekilde bir tür trompet çiçeği olan Bignonia, Kısmet Ağacı (Clerodendrum), bir tür soğanlı bitki olan Crinum, Sinameki, Erythrina, Draçena, İncir, Gardenya, Hibisküs, bir tür tropikal Amerika bitkisi Jatropha, Ağaç minesi (Lantana), Zakkum (Nerium), Hint Mabet Ağacı (Plumeria), Quisqualis ve Avize Çiçeği (Yucca) bulunmaktaydı..
Kalküta Botanik Bahçesi, Singapur Botanik Bahçesi’nin gelişiminde önemli bir rol oynayacak olan bir Danimarkalı olan Nathaniel Wallich‘in yönetimindeydi. Bitkiler bir şekilde sürekli hareket halindeydi ve bir bölgeden diğerine, Doğu’dan Batıya hiç durmadan göç halindeydi. Bu şekilde Singapur, günümüzde dünyanın birçok yerine özgü çok sayıda bitkiye ev sahipliği yapmaya başlamıştı.


Avrupalıların bahçeleri çimler, çitler ve tenis kortları ile düzenlenmişti. Tenis kortu çitleri, çok hızlı büyüyen soluk eflatun bir Ipomoea ve Passiflora laurifolia ile kaplıydı. Hint nüfusu, iç kesimlerde kasabalarda veya kırsal arazilerde yaşama eğilimindeydi ve evlerinin çevresinde özellikle Hint karakterine sahip bitkiler bulunuyordu. Bunlar arasında Baget ağacı (Moringa oleifera), Hint vejetaryen diyeti için çeşitli su kabakları ve köri ağacı (Murayya koenigii), çiğneme yaprağı olan (Piper belete), Tabernaemontana ve kadife çiçeği (adak için) ve menşei bilinmeyen kıpkırmızı bir gül vardı. Ayrıca ona Bunga Mawar diyen Malaylar tarafından da kullanılırdı. Bu gül Singapur’da kolay bir şekilde büyüyebilen tek güldür.

Tüm etnik kökenlerden orta sınıfların, ada yataklarında veya araba yollarında dikilmiş çim, çiçekli çalılar, bambu kümeleri, belki bir orkide yatakları veya eğreltiotu evi olan benzer bahçeleri vardı. Araba yollarına ekilen Spathoglottis’in pembe, eflatun ve beyaz türleri, Filipinler’den sarı renkli türünün geldiği 1950’lere kadar popülerdi. 1950’lere kadar Japon kannası olarak adlandırılan Heliconia psittacorum, 1930’larda ‘ayakkabı çiçeği’ olarak bilinen Hibiscus rosa-sinensis, ince bir bambu Hymenocallis crinum ve somon renkli Hippeastrum gibi yaygındı.
Ayrıca bütün evlerin mutfağında otlar ve bitkiler vardı. İlerleyen zamanla birlikte Singapur Bahçecilik Derneği kuruldu ve bu dernek, süs bitkilerine daha fazla ilgi uyandırdı ve bu ilgiyi karşılamak için ise fidanlıklar kurulmuştu. Süs bitkiciliğindeki bu gelişme, nüfusun geri kalanı yani daha alt tabaka şehir sakinleri için, temel ihtiyacı karşılamaya yönelik, ellerine ne geçerse geçsin ev eşyalarına yerleştirilmiş bitkilerle kendini göstermişti. Bu bitkiler arasında, geleneksel tıpta kullanılan Plectranthus amboinicus; Punica granatum, ıhlamur, Pandanus amaryllifolius ve Talinum gibi yenilebilir küçük otlar yaygın olarak görülüyordu.


Malay nüfusu, kıyıda hindistancevizi ağaçları kampongları arasında yaşama eğilimindeydi. Tembul Fındık Palmiyesi, Pandanus amaryllifolius, limon otu (Cymbopogon citratus) ve tapyoka; Malay materia medica‘da geleneksel olarak kullanılan şeker kamışı ve şifalı ot ve bitkilerden oluşan tuhaf yığınlar kadar yaygındı.
Singapur, büyük özel bahçelerle tanınmadı. Sadece bir istisna vardı o da ünlü bir Çinli Tüccar olan Whampoa olarak bilinen Hoo Ah Kay’ın 19. yüzyıl bahçesiydi. O dönemin ünlü yorumcuları bu bahçe için epey bir söz etmiş. Bahçecilik harikası olarka bilinen Victoria amazonica’nın (imparatorluğun en parlak döneminde V. Regia olarak bilinir) sahip bu bahçeden övgüyle bahsetmişler. Daha sonra Hoo’nun ölümünden sonra mülk başka bir çinli iş adamı tarafından satın alınmış ve ‘Bendemeer House‘ olarak adlandırılmış. Diğer Avrupalı ve Asyalı sakinlerinde bahçeleri varmış ancak bunlar ne fotoğraflanmış ne de kayıt altında alınmış.
Gelin şimdi birlikte Singapur’dan önemli birkaç peyzaj örneğine bakalım:

- Fort Canning Park: Fort Canning, Singapur’daki en eski yerleşimlerden biridir. 14. yüzyılda yapılan arkeolojik kazılar sonucunda tepenin Malay Temasek krallığının merkezi olduğu ortaya çıkmış ve efsaneye göre bunun nedeni hükümdarın bu tepe üzerinde kendini aslan olarak görmüş olması ve bundan dolayı da adaya Singapura (Aslan şehri) adını vermiş olmasıdır. Zamanla krallık yok olmuş ama hâlâ Mallaylar buranın perili olduğuna inandıkları için Bugit Larangan tepesi yani ”Perili tepe” diyorlamış. 1970’lerde Milli Parklar Kurulu’nun geniş çimler, dinlenme tesisleri ve baharat bahçesi ile halka açık bir parka dönüştürme sürecini başlattığı zamana kadar askeri bir üs olarak hizmet etmiş.

- Istana Park: Orchard Yolu’nun karşı tarafında Istana’nın girişine bakan bu park, şehir içinde farklı bir konuma sahip yüksek profilli bir parktır. Yan tarafta bulunan büyük havuzla yansıtma etkisi kullanılarak, üzerine uzun, stilize edilmiş kapılar ve bir dizi bayrak direği yerleştirilmiştir. İnsanları yeşil alanları kullanmaya teşvik etmek amacıyla, Milli Parklar Kurulu tarafından oluşturulmuş bir yalı restoranı da bulunmaktadır. Parkın geri kalanı, çok sayıda çiçekli ağaçların arasından yükselen Caryota mitis, Euterpe edulis ve Rhapis ile tropikal bir yeşil görüntü sunarken, gölgeli alanlarda gerçek eğrelti otları ve Philodendrons kullanılmıştır.

- Emerald Tepesi: Şu anda turistler arsında moda olan Emerald Tepesi, bir zamanlar 1837’de varolan bir hindistancevizi tarlasıydı. Daha sonra 19. yüzyılın sonuna kadar, 1902’in başlarında Çinli zengin iş adamları için teras tarzı evlerden oluşan bir koleksiyonun yeri haline gelmiştir.

- Supertree Grove: Supertrees yani ”Süper ağaçlar” yaklaşık 25-50 metre yüksekliğinde ve ağaçları andırdığından dolayı bu adı almışlardır. Gündüzleri gölge sağlamak ve geceleri ise harika bir ışık gösterisi sağlaması için tasarlanmıştır. Ayrıca ağaçların bazılarında gece ışık gösterisi sağlamak için, güneş enerjisini elektriğe dönüştürmeyi sağlayacak fotovoltaik cihazlar bulunur. Her bir yapıda dikey bitkilendirmeye uygun bitkiler kullanılmıştır. Doğa ve teknoloji arasında harika bir denge kuran bu yapılardan ikisi OCBC Skyway olarak bilinen 128 metrelik bir hava platformuyla birbirine bağlanmaktadır. Süper ağaçlara 162.900’den fazla çeşitli ananas, orkide, eğrelti otu ve tropikal çiçekli tırmanıcılar dikilmiş. Baştan aşağıya harika işlevlerle donatılmış bu ağaçlar daha sonra su ve fıskiye gösterilerinde kullanmak üzere yapılarında yağmur suyu depolama gibi bir işleve de sahiptir.

- Greenhouses: Flower Dome and Cloud Forest: Bu iki mekandan ilki olan Flower Dome: Akdeniz iklimin bitkileri ve kurak bölgelerin harmanlanmış hali. Ayrıca bu cam çatıların altında Avustralya, Afrika ve Amerika çöllerine özgü kaktüs yataklarını da görmek mümkün. İçerisinde herhangi bir ek destek içermeyen cam çatılar bu seranın en büyük özelliklerinden biri. Flower Dome, Guinness Dünya Rekorları 2015’e göre dünyadaki en büyük cam seradır ve bu yer toplam 12.000 m² aşan bir alan. Cloud Forest, Flower Dome’dan daha küçük bir alanda bulunur ama ona göre daha yüksektedir. Yapısında çok fazla tropikal bitki bulundurmakta. 35 m yüksekliğindek bu yapının altında, kapalı ortamda dünyanın en yüksek şelalesi olarak bilinen bir şelale yer alıyor. Adından da anlaşılabileceği gibi yapı tropikal bir yağmur ormanının kopyası.
Eğer bütün bunları toparlayacak olursak; Singapur yıllar boyunca farklı etnik gruplara sahip koloni şeklinde yaşayan insanlara ev sahipliği yaparken onların zamanla değişen ilgi alanları sayesinde bahçe kavramı yaşamlarında da yer edinmiştir. Kolonilerle gelen insanlarla birlikte bitkilerde sürekli bir hareket içerisinde olmuş, bu yüzden Singapur dünyanın birçok yerinde yetişen birçok bitkiye de ev sahipliği yapmıştır. Zamanla adete bir yeşil cennet haline gelen bu ada teknoloji ve doğayı birlikte kullanarak inanılmaz peyzajlar ortaya çıkarmıştır.